24 Ağustos 2007

5574 sayili Turk Petrol Kanunu Hakkinda

5574 SAYILI TÜRK PETROL KANUNU HAKKINDA
TÜRKİYE PETROL JEOLOGLARI DERNEĞİ
GÖRÜŞLERİ

1954 yılında kabul edilen 6326 sayılı Petrol Kanunu geçmiş 52 yılda özellikle ülkemizin petrol ve gaz potansiyelini tespit etmek amacı ile yerli ve yabancı sermayenin petrol arama ve üretim faaliyetlerine ilgi duymasını sağlamak için bir çok değişikliğe uğramıştır. Bunların büyük bölümü aramayı teşvik edici nitelikler taşımaktadır. İki binli yıllara gelindiğinde Avrupa Birliği’ne aday ülkemizin mevzuatlarını AB normlarına uydurabilmek gayesi ile sürdürülen yasal düzenlemelerin son halkası olan Petrol Kanunu Tasarısı TBMM Genel Kurulunda 17.01.2007 tarihinde “Türk Petrol Kanunu” olarak kabul edilmiştir.


Kanun değişikliği önerisi genel gerekçesinde; “uygulamada kazanılan tecrübeler ve talepler ışığında, dünyadaki benzerlerine uygun olacak şekilde, yerli ve yabancı sermayenin petrol arama ve üretim faaliyetlerine daha fazla katılımını sağlamak için; işlemlerin sadeleşmesi, maliyetin azaltılması, yatırım indirimi ve vergi istisnası, transfer kolaylıkları gibi teşvik unsurlarını kapsayan arama ve işletme hak ve yükümlülüklerini günün koşullarına göre düzenleyen yeni bir düzenleme gerekliliği ortaya çıkmıştır” denilmektedir. Devamında ise “arama ve üretim yatırımlarının yerli ve yabancı yatırımcılar için rekabetçi, şeffaf ve istikrarlı bir ortam içerisinde yapılmasını, çalışmaların kanundaki amaçlar doğrultusunda hızlı, sürekli ve etkili bir şekilde sürdürülerek, ülkemiz petrol kaynaklarının biran önce değerlendirilmesini sağlamak amacıyla” bu yasal düzenlemenin yapıldığı ifade edilmektedir.

Genel olarak yasada devletin hükümranlık haklarından kaynaklana denetim ve sınırlamalarının kaldırıldığı, sektörde tam bir liberalizasyonun hedeflendiği, yabancı sermaye için avantajlı koşulların yaratıldığı ve arama-işletme hakları yerine daha çok üretim aşamasında teşviklerin abartıldığı görülmektedir. Yine Türk Petrol Kanunu ile “petrol ve gaz” Türkiye için stratejik olmaktan çıkarılmaktadır.





5574 sayılı Türk Petrol Kanunu ile;

1.6326 sayılı Kanunda bir petrol hakkının elde edilmesi için gerekli olan şartlar; Talebin Milli menfaatlere ve bu kanunun maksadına uygun bulunup bulunmadığı, evvelki faaliyetleri, tecrübesi, mali iktidarı ve müracaat sırası esas alınırken, 5574 sayılı Kanunda sadece başvurunun mevzuata uygun olması, başvuranın mali yeterliliği ve Kanunun amacını en kısa sürede yerine getirme özelliği aranmaktadır. 5574 sayılı Kanunla milli menfaatlerden, tecrübeden ve evvelki faaliyetlerinden vazgeçilmek suretiyle, stratejik öneme sahip olan petrol için herhangi bir şirketin dahi faliyette bulunmasının önü açılmıştır.
2.Yabancı devletlerin doğrudan ve dolaylı bir biçimde idaresinde etkili olabilecekleri şirketler ile yabancı bir devlet için, veya yabancı bir devlet namına hareket eden şahısların, petrol faaliyetlerinde bulunamayacakları, mülk edinemeyecekleri, tesis kuramayacakları hükmü, bu yasadan çıkarılmıştır. Böylece stratejik öneme sahip bir konuda, yabancı devletlerin belirleyici olmasının önündeki engeller de kaldırılmıştır.
3.6326 sayılı Kanunda 1 Ocak 1980’ den önce bulunan petrolün tamamı, bu tarihten sonra bulunan petrolün ise karalarda % 65’i denizlerde %55’i ülke ihtiyacına ayrılma zorunluluğu varken, bugün kabul edilen yasa ile şirketlere ürettikleri tüm petrolü ihraç etme imkanı sağlanmıştır. Stratejik öneme sahip bir ürün olan petrolün olağanüstü durumlarda kullanımının devletin kontrolü dışına çıkarılması ülke güvenliği açısından risktir.
4.Yine Milli Menfaatler başlığı altında yer alan “Bakan, milli emniyet veya hakkaniyetin gerektirdiği veya israfı önlemenin emrettiği nispette, mevcut kuyulardan kafi miktarda petrol üretmelerini petrol hakkı sahiplerinden isteyebilir,” maddeside yeni yasadan çıkartılmıştır.
5.5574 sayılı Kanunla Petrol İşleri Genel Müdürlüğü görevleri artırılmış, arama ruhsatnamesi başvuru esaslar ve ruhsatlandırma usulü esasları Madde-16 da açılanmasına rağmen İdareye “petrol açısından potansiyel olarak tespit ettiği sahaları ilanla açık artırmaya çıkarıp arama ruhsatı verme” yetkisi verilmiştir ki, bu durum Madde-16 daki tanımlamaya tamamen uymamaktadır.
6.5574 sayılı Türk Petrol Kanunu ile daha önceki yasada 18 petrol bölgesine ayrılan Türkiye, Kara ve Deniz olmak üzere iki petrol bölgesine ayrılmakta Karalarda 50000 hektar olan ruhsat alanları 100.000 hektara, denizlerde ise tek bir bölge iken 1.000.000 hektarlık ruhsatlara ayrılmaktadır. Eski yasada bölge bazında ruhsat sayısı sınırlaması mevcut iken yeni yasada bu sınırlama kaldırılmıştır. Ruhsat büyüklüğüne sınırlama getirilirken, sayısına sınırlama getirilmemesi ruhsatlandırmada tekelleşmenin önünü açabilecektir. Ruhsatlardaki sondaj mükellefiyetleri kaldırılmış, süreler ise uzatılmıştır bu durum yasanın çıkarılış amacının aksine tekelleşmeye yol açabileceği gibi artırılması hedeflenen arama yatırımlarının durma noktasına gelmesine sebep olacaktır. Arama ruhsatı uzatımı eski yasada keşif yapılmasına bağlı iken yeni yasada petrol bulgusu yeterli görülmüştür. Uygulamada petrol bulgusu Güneydoğu Anadolu bölgesinde açılan her kuyuda gözlenebilen bir olgudur. Bu durumun ruhsat uzatımında kullanılabilmesi yine arama faaliyetlilerine sekte vuracaktır. Ayrıca, ilk 5 yıl içinde programda kuyu yükümlülüğü konulmaması da aramacılığın en önemli ayağı olan sondaj sayısının azalmasını doğurabilecektir.
7.5574 sayılı Türk Petrol Kanununda arama ruhsatı alımında şirketler için iş programına göre yapılacak yatırımın % 2 si kadar teminat verilmesi zorunluluğu getirilmiş, arama tarihçesi boyunca elde edilen ve açık bilgi haline gelen verilerin para ile satılması gibi Kanunun hazırlanış gerekçesi ile uyuşmayan yaptırımlarda yer almaktadır.
8.6326 sayılı yasada işletme ruhsatı alanı 25000 hektarla sınırlandırılırken, mevcut yeni yasada bu sınırlandırılmada kaldırılmıştır, yalnızca hektar başına 1.00 YTL gibi cüzi bir ücret alınması getirilmiştir. Bu durumda işletme ruhsatı alımında şirketlerin suistimalinin önü açılmıştır. Çünkü, işletme ruhsatları 30 yıllığına tahsis edilmekte ve 10’ar yıllık sürelerle uzatılabilmektedir(Bu süre dünya ortalamasında 20 yıl civarındadır). Sadece üretim sahası için değil etrafında yapılabilecek aramalar içinde ruhsat alanı geniş tutulmak istenebilir. Üretim ruhsatı alınmasını takiben 1 yıl içinde inkişaf kuyusu açma yükümlülüğü kaldırılmış, üretime 1 yıl gerekçesiz ara verilmesinde eski yasada işletme ruhsatı düşürülürken, yeni yasada bu süre iki yıla çıkarılmıştır.
9.Arama aşamasında yatırımcı şirketlere ek yükümlülükler ve mali yaptırımlar sağlanırken, üretim aşamasında şirketlere abartılı imtiyazlar sağlanmıştır. Devlet hissesi 6326 sayılı yasada %12,5 iken, 5574 sayılı yasada Kara ve Deniz alanları için ayrı ayrı olmak üzere abartılı indirimlere gidilmiştir. Öyle ki, Türkiye’de arama yatırımlarını tamamen durdurmuş, sadece eskiden bulunmuş sahaları işleten yabancı petrol şirketleri lehine %70 oranında indirimlere gidilmiştir. (2006 sonu itibarı ile devlet hissesi yıllık 170 Milyon YTL iken, yeni yasa ile 52 Milyon YTL’ ye düşmektedir. Devletin 118 Milyon YTL gelir kaybı oluşmuştur.) Yasa düzenlemesi esnasında yapılan bu indirimin yanı sıra yasanın yürürlülük tarihinden önce keşfedilen üretim sahalarında sağlanan indirimlerin arama yatırımlarına aktarılması zorunluluğu getirilmeli idi. Deniz alanlarında ise arama faaliyetlerinin henüz yeni başlamış olması, yüksek maliyetli ve yüksek teknolojiye gereksinim duyulmasından dolayı bu alanlarda, su derinliğine ve üretim miktarına göre yapılan devlet hissesi indirimleri makuldür. 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu’na son anda TBMM Alt komisyonunda kara alanlarında alınan Devlet hissesinin % 50’sinin çıkarıldığı ilin özel idaresine aktarılması ilave edilmiştir.(16 Şubat 2007 günkü Komisyon toplantısında İl Özel İdarelerine aktarım kaldırılmıştır).
10.Türkiye’de çalıştırılacak yabancı personel, ilgili yasalara tabi olmadan serbestçe istihdam edilecektir.

11.Petrol işlemi için yurt dışından getirilen gemi ve personel Kabotaj Kanunu’ndan istisna tutulmaktadır. Bu madde ile Kabotaj Yasası işlevsiz hale getirilmektedir.
12.5574 sayılı Türk Petrol Yasası PİGM oldukça büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Bu nedenle kurumun teknik ve mali yönden güçlendirilmesi şarttır. Yasanın yürütme, onama ve denetleme ile görevlendirdiği kuruluş sektörde deneyim kazanmış uzman düzeyinde personelle takviye edilmelidir. Bu gün sektörde deneyim sahibi olmayan, mali yönden yetersiz şirketlere arama ruhsatnamesi verilmiş ise bu 6326 sayılı yasadaki boşluktan değil PİGM yasayı layıkiyle uygulamamasından kaynaklanmaktadır.

5574 sayılı Türk Petrol Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Petrol Şirketine milli menfaatlerin korunması kapsamında tanınan ayrıcalıklar tamamen kaldırılmıştır. Milli Petrol Şirketimizin bütçeden alacağı sınırlı kaynak ile yüksek maliyetli arama ve üretim faaliyetlerini sürdürmesi istenmektedir. Uluslararası dev petrol şirketleri entegre yapıları ile kendi ürünlerini pazarlamakta ve bunlardan elde ettikleri kaynakların bir bölümünü de arama ve üretim yatırımlarına aktarabilmektedirler. 6326 ve 6327 sayılı Kanunun mülga olması neticesinde TPAO’nun statüsü belirsiz hale gelmiş, 6326 sayılı Yasa’da TPAO’nun devlet görev tanımının da kaldırılması ile yeni bir yasa ile statüsünün belirlenmesi zaruri olmuştur.

Dünya petrol ve doğal gaz rezervlarinin % 75’i Orta Doğu, Avrupa, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde bulunmaktadır. Türkiye gerek coğrafi gerekse jeopolitik konumu ile bu fırsatı değerlendirmeye mecburdur. Türkiye, kara alanları içinde bir Orta Doğu, bir Rusya gibi petrol zengini ülke değildir. Gelecekte de, olması mümkün görülmemektedir. Denizlerdeki potansiyelini ise henüz tespit etme aşamasındadır. Tüm bu faaliyetleri sürdürebilmesi, bulunduğu coğrafya da oluşabilecek fırsatları değerlendirebilmesi için mutlaka güçlü, bilgili ve deneyimli bir Milli Petrol Şirketi’ne sahip olmak zorundadır. Bu gün gelinen noktada ülkeler enerji arzını karşılamada ulusal sınırları ile yetinmeyip Dünya genelinde bu taleplerini karşılamak için yeri geldiğinde savaşı dahi göze alabilmektedirler.

Sektörde uzun yıllara varan deneyimlerimiz neticesinde saptamış olduğumuz çekincelerimizin Kanun ve Yönetmelikler kapsamında düzenlenmesi zaruridir.

Saygılarımızla,
Türkiye Petrol Jeologları Derneği
Yönetim Kurulu

Kaynak:www.tpjd.org.tr

18 Ağustos 2007

OKUMANIZI TAVSIYE EDIYORUM!

Türkiye'de petrol gerçeği: Jeolog Dr. Sezgin Aytuna / 1. Bölüm
Temur Melik

Petrol Jeologu ve Petrol Arama Danışmanı Dr. Sezgin Aytuna Anlatıyor - 1 bölüm

MUTLU: Sayın Aytuna, petrol aramalarında büyük deneyime sahip bir uzman ve petrol jeologu olarak tanınıyorsunuz. Türkiye’nin altında petrol denizi var diyenlere kzıdığınınızı da biliyorum. Yönetmenimiz Ültanır’ın hazırlayıp yaptığı ve 2002 Haziran ayında Dünya ENERJİ dergisinde yayınlanan, daha sonra İngilizce’ye çevrilerek ABD’de ilgililere dağıtılan, “ Türkiye’de Petrol Aramaları ve Türkiye’nin Petrol Potensiyeli” konulu bir panelde görüşlerinizi okudum.

Sayın Özer Altan bey de o panelin panelistleri arasındaymış. O panelde, denizlerin en bâkir yerler olduğunuz söylemiştiniz. O günden bugüne yeni aramalar, çalışmalar yapıldı. Şu anda Türkiye’nin petrol jeojisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

AYTUNA: Eğer bunu petrol aramacılığı açısında soruyorsanız son derece zor, karmaşık bir yapıya
sahibiz.. Niçin karmaşık bir yapı? Çünkü, Türkiye’de ispatlanmış petrol olan yer Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Bizim için başka yerlerde var ama ben bu bölgeye ağırlık veriyorum. Burası Arabistan plakası dediğimiz plakanın uzantısı ve sonu oluyor. Ve bu kuşak, Diyarbakır’ın kuzeyinden Antep’e doğru oradan da İskenderun’a doğru döner. Biz buna “Bindirme Kuşağı” diyoruz. Bunun güneyinde kalan kısım ve bizim Suriye-Irak sınırına kadar olan kısım Güneydoğu Anadolu Basenidir (Havza). Bu basen o kadar büyüktür ki, bu Suudi Arabistan’dan başlar Türkiye’ye kadar uzanır. Fakat maalesef İngilizler bunu bilerek ve kasten, sınırı öyle bir çizmişler ki bize jeolojik olarak, en karmaşık ve petrol ihtiva eden küçük yapılar kalmıştır. Tabi bunu o zaman, Atatürk nereden bilsin? Bilemez, teknik elemanı yoktu ve biz bu devirde bunun böyle olduğunu gayet iyi biliyoruz. Yapacak bir şey yok, elimizde olanı aramaya çalışıyoruz. Bu basen iki tane büyük tektonizma geçirmiş. Bir tanesi “Üst Kretase” zamanında bir tanesi de “Üst Miyosen” zamanında. Petrol Güneydoğu Anadolu’da, genellikle Üst Kretase dediğimiz yaşta oluşmuş olan “Mardin Kireçtaşları” içide bulunur. Bu bölgede % 50 şıkışma olmuştur yani biz ona “shortening” diyoruz. Yani tabakalar (yatay olarak) % 50 miktarda daralmış (sıkışmış) ve kıvrımlar meydana gelmiş bunun üzerine Miyosen’de bir kere daha tektonizma geçirmiş ve içindeki yapılar paramparça olmuştur bu yüzdendir ki Türkiye’deki (Güneydoğu Havzası) yapılar küçük küçüktür. Küçüklükten kastım 2 milyon varil maksimum 5-10 milyon varil net üretilebilir petrol içeren yapılarıdır. Ama bu durum, Kuzey Irak’ta, İran’da veya Arabistan’da minimum 500milyon varil ile 2milyar varillik yapılardır. Mesela Kerkük, dünyanın en büyük yapısıdır (10 milyar varil petrol);
150 km ye 10 km yani, 150x10km2 bir alandır. Bu yapı Türkiye ile mukayese edilirse; Türkiye’deki
sahalar onun için çok küçük bir yapılardır, yani 1- 2 milyon varillik sahalar. Onun için Türkiye’de petrol bulmak teknik olarak zor, yapılar çok küçük çünkü. Yani petrolün, Türkiye’de zor olmasının
nedenlerinden bir tanesi budur.

MUTLU: Soru::Kara ve Deniz alanlarını petrol potansiyeli açısından nasıl değerlendirirsiniz?
AYTUNA: Şimdi deniz alanları bana göre çok bâkir, özellikle Karadeniz. Karadeniz de biz ARCOTPAO olarak, ben o zaman ARCO Intenational Oil and Gas Company’de çalışıyordum, Batı
Karadeniz, Limanköy’de iki tane arama kuyusu açtık (Limanköy-1/2), denizin 850m su derinliğinde,
beklentimiz çok büyüktü!!. Beklentimizin büyük olmasının nedeni, ARCO’nun yaptığı hesaplara göre 3TCF, yani 80 milyar m3 gaz öngördük ama bu bir öngörüydü ve iki kuyu açtık bir şey çıkmadı. Bu işler böyledir. Şimdi Karadeniz’de bunun haricinde toplam 8-10 tane kuyu açılmıştır. Son olarak da BP, Doğu Karadeniz’de bir kuyu açtı. Orada da bir şey çıkmadı,150 milyon dolar bir para, gazete haberlerine göre gitti. Bizde ARCO zamanında Türkiye’de (1985-2000 arasında) toplam 70 milyon dolar harcadık.Yani petrol aramak çok pahalı bir şey. Ama Karadeniz’den ümitliyim, niye ümitliyim? Biz ARCO’da çalışırken TPAO ile beraber çok arazi gezisi yaptık, özellikle Zonguldak civarında, yüzeyde canlı petrol görüyoruz.Yani canlı petrol emaresi demek, yeraltından yüzeye çıkmış ve o bölgenin petrol ürettiğini veya hâla üretiyor olduğunu gösteriyor.....

MUTLU: Soru::Bir sızıntıdan mı söz ediyorsunuz?
AYTUNA: Evet sızıntılardan söz ediyorum.Karadaki sızıntılardan bahis ediyorum. Ama küçük küçük, o bize bir emare olduğunu gösteriyor. Karadeniz’de yine Zonguldak civarında çok güzel anakaya var.
Biliyorsunuz petrolün meydana gelmesi için önce 1) anakaya lazım, anakayadaki petrol, yeraltında
ısınınca (yani olgunlaşınca) basınçla sıkışacak ve (migrasyon) 2) göç edecek, bir yerde 3)
kapanlanacak, dolayısıyla orada bir 4) rezervuar kayada olması lazım, aynı zamanda onunda
üzerinde bir 5) örtü kayada olması lazım. Bunların hepsini biz yerbilimciler dışardan (yüzeyden)
indirekt yöntemlerle bulmaya çalışıyorsunuz: sismik gibi, jeolojik harita yapımı ve jeokimya gibi veya
daha önce açılan kuyu bilgileri gibi. Onun için bu bilgilerin bir arada geldiğini varsayıyoruz. Bu
bakımdan Karadeniz bâkir, açılan kuyularda gaz emaresi var fakat çok büyük bir keşif yapılmadı.
Karadeniz de yapılan sismik çalışmalarında, biz çok büyük yapılar görüyoruz. Yani yaptığımız
çalışmalarda çok büyük kapanlar var. Yani yapı, örneğin, 20kmx10km bunlar bizim için büyük yapıdır.

Yani test edilmesi gerekli kapanlardır. Yapı demek, biz ona teknik olarak antiklinal diyoruz.
Antiklinal bizim için bir yapı, eğer siz böyle bir yapıyı sismikte saptadıysanız ve etrafında/altındada
anakaya varsa, burada petrol olabilir tahminiyle kuyu açıyorsunuz.. Bir takım adamlar televizyona
çıkıyorlar, uzaydan petrol buluyorlar, palavra. Böyle bir şey olamaz. Uzaydan sadece petrol sızıntısını görebilirsiniz, zaten biz onların yerlerini Türkiye’de biliyoruz. Yeni bir sızıntı bizim için çok önemli bir bulgu ama bir şey ifade etmiyor. Sızıntının yanında kuyu açın yüzdeyüz kuru çıkar. Çünkü, o sızıntılar, direkt yeraltıdaki izdüşümünden gelmiyor ki. Petrol, yeraltından bir yerlerden geliyor. Bu sızıntı, faylar ve çatlaklar (eklemler) sayesinde değişik yönlerden geliyor.Yani sızıntının tam altında petrol olmayabilir ama o bölgenin petrol ürettiğini gösterir. Onun için Türkiye’de özellikle Karadenizde gaz ve petrol bakımından ümitliyiz. Ama kuyu açmadan hiç kimse bunu söyleyemez.

MUTLU: Soru::Sizce Türkiye’de büyük petrol kapanları bulunabilir mi?
AYTUNA: Hayır bulunamaz.Yani şöyle bulunamaz. Yanlış söylemeyeyim. Karada bildiğimiz çok büyük yapılar yok, Güneydoğu Anadolu dahil. Ama denizde durum daha farklı, mesela şu anda Orta
Karadenizde (Samsun’un 100km Kuzeyi) bir Androsof rift (yükseltisi) dediğimiz “Androsof”, bir Rus
tabiridir, bir yükselim var, yani bir yapı/kapan var, bu yapı çok büyük, çok çok, büyük belki 50kmx20km (?), belki dahada büyük bir yapı!.Bu yapıyı bugüne kadar kimse test etmedi. Çünkü su derinliği, 2000m. Şu anda TPAO, Petrobras ile (Brezilya Milli Petrol Şirketi) bir anlaşma imzaladı. Bu yapıyı inşallah 2008’de delecekler. O yapılardan ümitliyiz ama sadece ümitliyiz .Yani kimse baştan burada yüzdeyüz petrol var diyemez. Ama karada, çok test edilmiş yapılar var. Ama karadaki yapılar küçük, dediğim gibi 2-3 milyon varillik, küçük küçük sahalar. Jeolojik olarak, kara alanlarında ki yapılar küçük.

MUTLU: Soru::Türkiye’de petrol aramak ne kadar riskli?
AYTUNA: Bu Türkiye’de değil dünyanın her yerinde risklidir. Ama örneğin Türkiye’de genel kabul
görmüş kurallara göre petrol bulma şansı %10 dur.

MUTLU: Soru::İtalyan Eni Şirketi petrol bulma oranını % 60 lara kadar çıkarmış....
AYTUNA: Şimdi bu şansı şirket yükseltemez, o şirketin kuyu açtığı bölgeyle/ülkeyle ilgilidir. Örneğin,
benim Kuzey Irak’ta, petrol bulma şansım % 50 dir. Kuzey Irak’tan bahis ediyorum. Çünkü Kuzey
Irak’ta, ispatlanmış petrol kapanlar tarif edilmiştir. Ama Türkiye için aynı şeyi söylemek imkansız.
Türkiye için bu laf geçerli olamaz. Bu işin dünyada ortalaması %10 dur. Örneğin BP çok büyük bir
şirket, Doğu Karadeniz’e 150 milyon dolar para harcadı. Bir umudu vardı ve harcadı ama bir şey
çıkmadı. Yani Eni açısından, o da aynı hatayı yapar, hata değil de, o da bulamaz yani bu % 60 ülkeye göre değişir. Ama Libya’da % 50 doğrudur,Kuzey Irak’ta doğrudur,Türkiye’de doğru değildir.

MUTLU: Soru::Yeni çıkan petrol yasası ile ilgili bir MUTLU: Soru:m var.Devlet hissesi oranları % 2 ile % 12 arasında sınırlandırılmış.Siz bu oranları,bu risk faktörü ile birlikte nasıl
değerlendiriyorsunuz?
AYTUNA: Bence bu kanunun bazı olumlu ve olumsuz maddeleri var benim açımdan. Benim açımdan derken, bağımsız bir petrol jeoloğu olduğum için. TPAO’da çalışmadım, tamamen bağımsız çalıştığım için, ben başka bir gözle bakıyorum bu işe. Türkiye’de risk fazla, ama aynı zamanda petrol bulma şansımız yüksek olabilir. Onun için bu Royalty (devlet hissesi), düşürmek bence avantaj. Biz Güneydoğuda ARCO-TPAO Ortak Girişimi olarak, üç tane petrol sahası bulduk (1990) ve bunlar hâla üretiliyor. Bulduğumuz sahanın, daha petrol çıktığı an % 12’si devletin, bu kanun gereği idi. Ama bu kanunun değişmesinde bence yarar var. Bu kanunu Cumhurbaşkanı veto etti. Bence, asıl veto edecek
konu bu değildi. İl Özel İdareye pay vermek kısmı, yani Belediyelerle pay vermek kısmı büyük
sakıncaydı.Yani o zaman, örneğin, siz Rüzgar Enerjisi üretiyorsunuz Bandırma’da, belediyeye pay
verirsiniz, Zonguldak’ta kömür işletiyorsunuz, Belediye pay alacak, olur mu öyle şey! Veya Keban’da
Barajı yaptınız Elazığ Belediyesine pay vereceksiniz. O zaman Türkiye’nin bütünlüğü kaybolur. Ama
Royalty kısmı, bence doğru. Çünkü denizle karayı birbirinden ayırıyor. Denizde ki maliyet karanın 10
mislidir. Karada bir arama kuyusu 4milyon dolara açarsnız, denizde bu minimumu 40milyon dolar.
Şimdi bu riske göre de denizde, Royalty dediğimiz devlet hakkı % 50’ye düşüyor.Yani oranlar % 2’den başlıyor, doğru, ama bu ürettiğiniz rakama göre değişiyor. Örneğin 500 varile kadar %2, 500-2000 varil arası %4 ve 10,000 varilden fazlası %12, artan ölçekte devam ediyor ama Türkiye’de daha öyle saha yok.Türkiye’de bulunan, en büyük sahada ki petrol miktarını söyleyeyim:yani kuyu bazında bulacağınız petrol miktarı 400-500 varil/gün geçmez. Yani bulacağınız petrolün genel ortalamasıdır. O da ilk altı ay, ondan sonra su miktarı yükselir yani petrolle beraber su üretirsiniz, suyu tekrar yeraltına basarsınız o vakit ürettiğiniz petrol miktarı, net 100-150 varil/gün düşer.Türkiye’nin potansiyeli bu ama denizler için umutluyum. Ama bunu kuyu açıp görmek lazım. Amerikalıların bir lafı vardır “seeing is believing” “görmek inanmaktır”. Ben dünyanın en iyi petrol jeoloğu olup atıp tutarım, kuyuyu açmadan hepsi hikaye. İşte ARCO, 3TCF yani 80milyar metreküp gaz bekledi sıfır çıktı.Bu tamamen bir öngörüdür. Gazete beyanatlarında 150milyon varil petrol bulduk diye görüyorum.Kim diyor bunu! Önce kuyuyu aç, işte kuyu açıldı, bir şey çıkmadı. Ağzı olan kerkes konuşuyor. Ben nasıl kanser üzerine konuşamazsam ki dünyanın en tehlikeli hastalığı, petrolde öyle. Hastalık değil ama ihtiyaç, herkesin ihtiyacı var. Bu su gibi değil yani bunu bulmak o kadar uzun meşakkatli bir iş ki; bir kuyuyu, kuyu açma aşamasına yani bir ruhsatı alıp kuyu açma aşamasına gelmesi, minimum 4 yıldır. ARCO’dan örnek vereyim, Türkiye’de TPAO ile ortaklık yaptı ki bu ARCO için çok yerinde bir davranıştı.TPAO’dan dataları aldık fakat bunun karşılığı olarak ta TPAO nun o güne kadar yaptığı masrafların aynısını yapmak şartıyla aldık.Yani TPAO, o ruhsatlara 30milyon dolar masraf yaptıysa, ARCO önce 30milyon doları kendi cebinden arama için ödedi. Sonuçta biz Güneydoğu Anadoluda 3 tane keşif yaptık,

ARCO-TPAO ortaklığında... küçük küçük sahalardı. İlk keşif 1989 yılının Aralık ayında oldu. 2000
yılında ARCO satıldı o 10 yıldan toplam 13,5milyon varil petrol üretmişiz, ARCO (%20) -TPAO (%80)
olarak, bu hiç fena bir rakam değil.

MUTLU: Soru: Üst Kretase petrolden bahsettiniz,Suudi Arabistan Silüriyen petrolü ile
karşılaştırırmısınız?
AYTUNA: Evet, şimdi bazı petrol sahasında (yerine göre), üstü üste birkaç tane petrol ihtiva eden
tabakalar vardır. Güneydoğuda bu maalesef genelde bir tane ama Kuzey Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde genelde 3 tabaka vardır. Bir tanesi Paleozoik dediğimiz Silüriyen petrolü ki bu Paleozoik Türkiye’de 4000m derinliktedir. Üst Kretase dediğimiz petrol 2500-3000m derinliktedir. Birde Üst Miyosen’de bu maalesef Türkiye’de yok, Kuzey ırak’ta var, yani 3 seviyeden petrol alıyorsunuz.
Silüriyen petrolü bulmak için Güneydoğu’da, biz ARCO olarak aramalar yaptık. TPAO kendiside çok arama yapıyor, bu Paleozoik petrolünü, bulmak için. Bizim sıkıntımız; Güneydoğuda Paleozoyik Formasyonları (tabakaları) var, ana kayada var ancak rezervuarımız yok. Yani içinde petrolü hapisedecek haznetaşımız yok. Kumtaşı var ama porozitesi yok, içine sıvı giremiyor, girememiş zamanında, bütün problem o zaten. Örneğin biz ARCO-TPAO ortaklığında Ergani’de bir arama kuyusu açtık. Abdülaziz-1 diye, tam Ergani’nin kuzeyinde, Abdülaziz Dağında. Lice yolu üzerinde, en yüksek (derinlik olarak en sığ) Paleozoik birimleri orada yakaladık, 1200m de Silüriyen yaşlı Bedinan Kumtaşları. Bu çok güzel bir şey bunun altı hep Paleozoik Yaşlı birimler idi fakat içinde hidrokarbon birikmesine uygun porosite bulunmuyordu..

MUTLU: Soru:etrolün yüzeye çıkarılması nasıl olur?
AYTUNA: Petrol, süngerin nasıl suyu emmesi gibi taşın içinde bir şekilde migrasyon (göç) ile gelmiş ve kapanlanmış bir halde bulunur. Siz o petrolü almak için ne yapıyorsunuz, kuyu açıyorsunuz.

Oradaki basınç (formasyonda) genellikle 3000PSI yani 200 atmosferdir. Bu basınçla petrol, bazen
yüzeye kendi çıkar biz buna artezyen diyoruz. Ama biz genellikle pompa indiriyoruz. Pompayla bu
petrolü belli bir oranda çekersiniz. Belli bir oranla kastım çok çekerseniz çok su gelir. Çünkü Türkiye’de petroller su itimlidir. Petrolü iten mekanizma alt tarafta sudur. Bu su, Paleozoyik veya Kretase devrinden kalma çok eski sudur. Yağmur suyu falan değildir ve anormal derecede tuzludur. Bu su 50,000-100,000 ppm arasında tuz ihtiva eder. Bu su, basınçla beraber yüzeye doğru geldiği vakit siz yukarıda seperatör ile, suyu, petrolü ve gazı birbirinden ayrıştırıyorsunuz. Tekrar bu tuzlu suyu, birtakım yöntemlerle aynı formasyona basıyorsunuz, bu suretle hem basıncı koruyorsunuz hem de çevreyi kirletmiyorsunuz

Kaynanca:www.ekoenerjidergi.com

OKUMANIZI TAVSIYE EDIYORUM!

Türkiye'de petrol gerçeği: Jeolog Dr. Sezgin Aytuna / 2. Bölüm
Temur Melik

Petrol Jeologu ve Petrol Arama Danışmanı Dr. Sezgin Aytuna Anlatıyor

MUTLU: Soru: Bir petrol kuyusu açmanın maliyeti ve petrol bulma ihtimalini
değerlendirirmisiniz?
AYTUNA: Ortalama bir kuyu maliyeti 4milyon dolar, size bahsettim. Bir arama kuyusu, 4milyon dolar,bu sadece kuyunun çıplak maliyeti buna daha önce yaptığınız masraflar dahil değil, yani sismik vb. Yani diyelim ki 5 tane ruhsat aldınız, her bir ruhsat Türkiye’de şu anda 50,000 hektar (500km2) alanı kapsar. Burada minimum yapacağınız masraf 60-70milyon dolardır. Daha kuyu açmadınız, oraya gelemedik. Birde kuyu açtınız ve kuru çıktı, bu iş bu kadar. Türkiye’de petrol çıkması (bulunması) ihtimali %10 derim. Ruhsatına göre değişir tabi ki.
Üç adet kuyu tipi vardır; Bir tanesi arama kuyusu, tamamen “wildcat” denen (buna bazı gazetecilerin
tam tercüme yaparak “vahşi kedi” falan diyorlar)...Petrolcülükte “wildcat” demek, arama kuyusu
demektir. Hiç kuyu açılmayan bir yere gidiyorsunuz, kuyu açıyorsunuz. Örneğin şimdi Karadenizdeki Petrobras’ın açacağı kuyu, wildcatdir. Siz hiçbir ülkeye,hiçbir ruhsatta petrol yok diye girmezsiniz, hep umutla giriyorsunuz ama bulamayınca da bulamadım diyorsunuz.

MUTLU: Soru: Sizce Türkiye’nin jeolojisi yeterli bir şekilde çıkarılmış mı?Türkiye’de petrol var mı yok mu denilebiliyor mu? Mesela diyorsunuz ki Kuzey Irak’ta petrol var, Türkiye için
diyebiliyor musunuz?
AYTUNA: Güneydoğu’dan ben size şöyle bir örnek vereyim. Güneydoğuda şu anda çalışan 70 tane
petrol sahası var. Her sahada tahminen 5-6 tane kuyu olsun, 70 tane sahada toplam 400 adet üretim
yapan kuyu demek.Toplam üretim Türkiye’nin ne kadar? 50,000 varil/gün.Kuzey Irak’ta bir kuyudan
30,000 varil petrol üretiyorsunuz. Şimdi hangisi kârlı? 70 sahadan 50,000 varil mi kârlı yoksa bir
kuyudan 30,000 varil mi kârlı?

MUTLU: Soru: Peki biz niye üzülüyoruz yabancı şirketler Türkiye’ye gelmiyor diye?
AYTUNA: Gelmez işte, siz olsanız gelir misiniz? Adamların gelmesi için cazip bir şeyler yapmak lazım.

MUTLU: Soru: Ne yapmamız lazım?
AYTUNA: İşte royalty (devlet hissesi) düşürecektik, herkes çıktı konuşuyor, Türkiye satılıyor, vatan
hainleri falan, petrol öyle ucuz bir metâ değil ki öyle pat diye bulamıyorsunuz ki!

MUTLU: Soru: Sonuçta devlet hisselerini düşürsek bile olmayan petrolü aramak için şirketler
niye gelsin?
AYTUNA: Şimdi yabancı şirketler işe sadece petrol bakımından bakmıyor. Şimdi bunlar genellikle
borsaya endeksli halka açık şirketler. Diyor ki adam benim 10 ülkede arama faaliyetim var 11.ülke
olarak Türkiye’de aramaya girdim..Şimdi Türkiye, Irak’ın komşusu mu, Suriye’nin komşusu mu, o
anda hisse senetleri yükseliyor. Onların ikinci amaçları değişik ülkelere girerek hisse senetlerini
yükseltmek. Çünkü o diyor ki, satarken, ben Türkiye gibi riskli bir bölgeye girdim ama tam yanımda
Suriye sınırında çok iyi bir keşif oldu diyor. Sen diyorsun ki burada keşif varsa yakınında da keşif
olabilir. Bunlar hep biraz ekonomik. Şimdi bakın benim çalıştığım ARCO’nun, bir CEO’su vardı; Marlan Dawny. Bu çok meşhur bir petrol jeologudur. Amerika’da yaşar ve halen sağdır, şimdi 70 küsur yaşlarında. Adam derdi ki; “geology is a science, geophysics is a science but exploration is a
business”. Yani jeoloji bir bilimdir, jeofizik bir bilimdir ama arama bir iştir. Yani işten kasıt hangi şirketle nerede hangi anlaşmayı yapacaksınız? Şimdi Türkiye’de bu risk fazla onun için dünyanın hiçbir şirketi bunun içinde en büyükleri Yedi Kardeş “seven sisters” denen şirketler dahil tek başına kuyu açmaz.
Bakın BP ne yaptı? Her şeyi pişirdi etti, kuyu yerini belirledi kendine Chevron’u ortak aldı. Başka bir
şirketi ortak aldı, birde TPAO ile 50 % ortaklığı vardı.

MUTLU: Soru: Böyle büyük şirketlerin gittikleri ülkede o ülkenin milli petrol şirketleri ile ortaklık kurmak sureti ile bir strateji oluşturdukları söyleniyor siz ne düşünüyor sunuz?
AYTUNA: Hayır alakası yok, orada amaç riski paylaşmak, tamamen riski paylaşmak. Riski paylaşmak, petrolcülükte çok yapılan şeydir. Yani cengaver gibi tek başına bir ülkeye gitmeyeceksin, riski paylaşacaksın, çünkü petrol çıkacağını kimse sana garanti etmiyor. Çıkmayacağı da % 90. Onun için riski paylaşmak lazım. Onun için yabancı şirketlerle ortaklık yapmak lazım. Çünkü sizin bir hayat felsefeniz var ben sizin hayat felsefenizi değiştiremem, siz hayatı nasıl görüyorsanız öyle görürsünüz,
evlenirseniz belki eşiniz sizin hayat felsefenizi bakışınızı % 50 oranında değiştirebilir mi?
Şimdi bunu şirketlere getirelim;bir şirket Türkiye’de petrol arıyor 20 yıldan beri, nasıl bakıyor hayata
işte Üst Kretase petrol var, Paleozoikte petrol var hep aynı yöntemlerle aramaya çalışıyor. Bildiği
yöntemlerle daha doğrusu, öyle diyeyim. Başka bir şirket geldiği zaman diyor ki; ben başka bir yöntem deneyeceğim. Bu jeofizikte çok vardır, çeşitli yöntemler vardır. Ama öyle bir ortaklık yapmak lazım ki o şirket, karar verirken; benim yöntemim doğru olmayabilir, demesi de lazım. Hayır bu % 100 doğru dememesi lazım. ARCO, bu hatayı yaptı. Daha sonra ben El-Paso şirketinde çalışmaya başladım, onlarda aynı hatayı yaptı. Biz El-Paso olarak TPAO ortaklığında İskenderun’da denizde 3 tane kuru kuyu açtık. Bunun tek sebebi bu şirketin yani El-Paso’nun TPAO’daki jeolog ve jeofizikçileri dinlememesidir. Jeofizikte bir yöntem var, AVO “Amplitute Versus Offset”. Bu ne demek, siz sismikle bir reflection (yansıma) yarattığınız vakit dalga bir yere çarpıyor geri geliyor.O geri gelmesinin sebebi tamamen yoğunluk farkındandır. Ortam ne kadar fazla yoğunsa, sinyal o kadar çabuk geliyor, az yoğunsa az bir hızla geri geliyor. Buna sismik hız diyoruz, Yani internal velocity (tabaka içi hız) veya sismik hız öyle tabir edeyim. Şimdi bu yapılan hesaplamalarda biz orada yoğunluk 2,2gr/cm3 bir tabaka gördük. Yeraltında böyle bir düşük gr/cm3 olan tabaka ancak petrollü ve gazlı olabilir.

Yani mantıken, doğru çünkü taşların, özgülağırlığı 2,6-2,7gr/cm3. Yoğunluk 2,2gr/cm3 olunca demek ki burada porozite var, demek ki sıvı var. Sıvı ne, bilmiyoruz? Gazda olabilir, H2S (Hidrojensülfür) de olabilir, CO2 (karbondioksit) veya petrol olabilir. Bunu kuyu açmadan bilemezsiniz. Uyanık Amerikalılar dediki; bu kesin gaz, TPAO dedi ki; bizce bunlar kesin tuz, çünkü tuzun yoğunluğu 2,2-2,4gr/cm3 arasında değişiyor. El-Paso bu kuyuyu açmadan önce bana El-Paso’nun jeologları dedi ki; burada tuz var mı? Dedim ki; TPAO’nun kayıtlarına göre burada kesin tuz var, siz dedim dünyanın en büyük tuz madenini açacaksınız. Hayır dediler; biz burada AVO yaptık bu AVO’ da bütün yoğunluk 2.2gr/cm3.

İskenderun çevresinde açılan tuzların hepsinin yoğunluğu 2,4gr/cm3, yani biz buna anhidrit (CaSo4)
diyoruz. Fakat bunlar 3 tane kuyuda tuz kesti, dünyanın en büyük tuz madenini bulduk.Ne oldu? dedik,
bunlara;dediler ki; biz AVO da bir hata yaptık, 2,2gr/cm3 meğerse jipsmiş. Jips demek, CaSO4 +
2H20, bu iki molekül su demek basen soğuk ve ısınıp suyunu atamamış demek. Eğer yoğunluk
2,4gr/cm3 olsaydı belki o kuyuyu oraya açmayacaklardı o zaman tuz olduğu bilinecekti. Fakat bu
jipste, başka kuyularda çıkmayıp, bir tek o kuyuda çıktı.

Yani o kadar ince işler ki bunlar, bu konuda hiçbir uzman %100’lük bir garanti veremez. Hep
kafasında bir MUTLU: Soru: işareti vardır. “Ben böyle söylüyorum ama acaba böyle mi”, kuyu
açmadan petrol bulunmaz. Amerikalıların bir deyimi vardır “ seeing is beliving”, yani görmek
inanmaktır. Ben bunu petrol de için şöyle değiştirdim “drilling is believing” yani “ kuyu açmadan”
petrol bulunmaz, matkap petrolu değmedikçe petrol bulanmaz. Bunu bir tarafa yazın, kuyuyu
açmadan hepsi hikaye ama hikaye derken hepimiz bilimsel olarak ortaya bir şeyler koyuyoruz.Ortaya bir şeyler çıkartıyoruz. Öyle şapkayı atıp düştüğü yere kuyu açmıyoruz.

MUTLU: Soru: Güneydoğu Anadolu’dan güneye doğru bir petrol akıntısı var mı?
AYTUNA: Hayır yoktur. Ben Güneydoğuda çok çalıştım. Adıyaman’dan Diyarbakır’a gitmediğim köy
suyunu içmediğim çeşme kalmadı her köyü, her yolu, gayet iyi bilirim ve hiç de kaybolmadım.
Dağlardan Adıyaman’dan Diyarbakır’a giderdim. Şimdi orada gidiyoruz köylülere; beyim diyor;buraya
Amerikalılar geldi. Doğru gelmişler. Tokaris diye bir kuyu var.Tokaris-1 kuyusunu Esso (1960li yıllarda) açmış, Kahta’nın Doğusunda Siverek’e doğru bir saha . “Petrol buldular, kapattılar gittiler”. Şimdi petrol ararken siz sondaj çamuru kullanıyorsunuz bayağı bildiğiniz çamur, bunun yoğunluğu sudan fazladır yani 1,2-1,4gr/cm3 cıvarında. Bunun amacı yeraltında matkapla açtığınız kırıntıları yüzeye çıkarmaktır. Bunun içine zaman zaman takım sıkışmasın diye içine ham petrol katılır ve çamur rengi, simsiyah olur. Bu çamur değiştirilirken tanklarda simsiyahtır.Hasbel kader bir köylü buradan geçiyorsa ve boruların sökülmesi sırasında o siyah sular akıyor, işte petrol çıktı, diye düşünüyor köylü.

MUTLU: Soru: Her çıkan petrol ekonomik olabilir mi?
AYTUNA: Birde o var. Hayır, çıkmadığını farz edin siz..Petrol kanunu gereği, kuyunun belirli
seviyelerini yani 3000mlik kuyunun toplam 100 m.sini çimento tapa yaparsınız. En altı, ortayı , en üstü, birde en üstü metal bir plaka ile kapatırsınız. Bu niye? Çünkü kuyunun çapı ilk başlangıçta 30inç yani 70cm dir..Açık bırakırsanız ne olur? İçine insan düşer,at düşer her şey olur. Bunu çimentoyla kapatıyorsunuz, ilerde o kuyuya girmek isterseniz, çok rahat girersiniz.Bunların bütün kayıtları, Petrol İşleri Genel Müdürlüğünde verilir, öyle bu iş ucuz değil. Petrol İşlerinden izin alıyorsunuz, her ay rapor veriyorsunuz.

MUTLU: Soru: Kuyunun muhafaza boruları yerinde mi kalıyor?
AYTUNA: Muhafaza boruları çıkartılmaz. Muhafaza borularını çıkartamazsınız, çünkü onlar
çimentolanıyor. Çimentodan çıkarmak dünyanın en büyük masrafı, o boşluk kalıyor. O kuyuya yine
girebilirsiniz. Ama ilerde ne oldu? Tokaris ‘de dediğimiz sahada, TPAO tekrar bir kuyu açtı (Tokaris-2)
ve az bir petrol buldu 50 (?) varil cıvarında. Her şirketin beklentisi farklıdır. TPAO için 50 varil
ekonomik olabilir ama bir Amerikan şirketi için olmaz. ARCO zamanında bizim nitekim öyle oldu. Migo (Ergani), Ozan Sungurlu (Nemrut Dağı cıvarı) ve Cendere (Kahta) Sahalarında keşif yaptık. Ozan Sungurlu sahasının üretimi o zamanlar 4 kuyuda 200 varil/gün cıvarıda idi, dedik ki; bu kuyu bizim için ekonomik değil, buyurun sizin olsun. ARCO bütün bu kuyularda hakkını ve işletme ruhsatı TPAO’ya devir etti. Çünkü ekonomik değil, çıkarma masrafları, aşağı yukarı 7-8 dolara geliyor.

Çıkarılması pompa koyup, yüzey tesis kurup, boru hattı döşüyorsunuz. Çıkan petrolü suydan
ayrıştırıyorsunuz yani varili 8 dolara geliyor.O zamanda petrol fiyatı çok düşüktü biliyorsunuz 10
dolardı 2-3 dolar için değmiyordu.

MUTLU: Soru: Şimdi petrolün varili 50-60 dolar, o sahalar ekonomik olmadı mı?
AYTUNA: Şimdi petrol fiyatları arttığı için Türkiye cazip bir ülke olma şansını yakalayabilir. Ama siz
Petrol Kanuna böyle engeller koyarak tabi o “belediye kısmı” hariç yalnız o çok yanlış bir şey.O hariç ”bence diğerlerinde bana göre çok anormal bir durum yok. Birde diyorlar ki;Türkiye’yi sattınız. Eski kanunda, çıkan petrolün %35’inin Türkiye’de satılma şartı vardı. Şu anda TPAO Türkiye’de 30bin varil üretiyor, yabancı şirketler 20bin varil üretiyor. Yabancı şirketlerin çoğu özel sektör bunun yabancısı da var yerlisi de var. Bütün üretilen petrolü bunlar Türkiye’ye satıyorlar. Burada petrolde var, alıcıda. Sana uluslararası fiyatı veriyor. Türkiye her gün 800,000 varil petrolü dışardan alıyor. Bu hergün Türkiye’nin harcadığı döviz. Bari bunu Türkiye’den çıkarırsan belki TPAO ile ortaklık yaparsa hiç olmazsa daha farklı boyutlara gelir. Çünkü bu yabancı şirketlerin çok entresan bir durumları vardır. Örneğin buraya 1984’de Amaco geldi aynı anda Esso geldi aynı anda ARCO geldi. Ben Amerika’da çalıştım,hep aynı şeyi söylüyorlar “ya diyor buraya Amaco gittiğine göre bir bildiği var bende bu ülkeye gideyim”diyor. Şimdi Esso diyor ki;bunların ikisi gitti,bende bir gideyim.Bunlar hep böyledir.

MUTLU: Soru :Birini çekseniz diğerleri de peşinden mi gelir?
AYTUNA: Bakın bu çok mühim bir kelime, şimdi TPAO orada çok akıllılık etti. ARCO zamanında
keşif yaptık Ozan Sungurlu rahmetli, Adalet eski Bakanı Oltan Sungurlu’nun kardeşi olan TPAO
arama gurup başkanıydı.O kadar muhterem bir insandı ki ARCO’nun burada kalması için çok değişik yöntemler kullandı ve ARCO buradan gidiyordu, ofisler kapandı biz işten çıktık.Üç ay sonra öyle bir teklifle geldi ki ARCO gitmedi, ARCO’nun burada kalması diğer yabancı şirketleri umutlandırdı ve biz o zaman üç tane keşif yaptık.Yani yabancı ne kadar çok buraya gelirse,Türkiye’nin petrol arama şansı artar.Çünkü teknoloji farklı, yatırım olanakları farklı. Böyle Türkiye’de Türk şirketleri var; adam bir şirket kurmuş parası yok,gidiyorsunuz bir şirket olarak sana ortaklık yapalım, yapalım ama bana 500bin dolar hava parası vereceksin! ne parası bu? Hava parası, böyle petrolcülük olmaz. Petrolcülük senin yaptığın masrafların aynısını o şirketin karşılaması ondan sonra ki masrafları yarı yarıya bölüşmektir.

Petrolcülük böyle olur. Bu iş arsa spekülasyonu değil böyle şey yok petrolcülükte. Onun için yeni
kanun diyor ki; sen diyor bana bir program vereceksin, her yıl bir taahhütte bulunacaksın, diyelim ki
yapacağın sismik araştırma ne ise 500bin dolar, bunun % 2’ sini banka teminatı olarak vereceksin.
Bana öyle program vereceksin ki o program öyle 10bin-5bin dolarlık program değil. Her yılda o
programı uygulamazsan paranı yakarım, ruhsatını düşürürüm. Öyle al ruhsatı,5 sene müşteri bekle
yok böyle bir şey.

MUTLU: Soru::Yeni yasa ile TPAO nun etkinliği azalacak mı?
AYTUNA: Bence tam tersi. Niye? Şimdi Türkiye eski kanuna göre 18 tane petrol bölgesine, bakın
arkadaki harita gösteriyor. Her bir kutu bir petrol bölgesi, şimdi burada ki durum TPAO’nun ayrıcalığı her bölge için 12 tane ruhsat alma hakkı var. Yani 12 çarpı 50,000 hektar yani 600,000 hektar, 12 adet 20x25km2 boyutlarında bir alan. Her bir bölgede 12 tane, yabancı şirketlerin 8 tane idi. Şimdi bu kaldırılıyor diyorlar ki program ver bütün Türkiye’yi al. Şimdi TPAO çok ciddi bir şirket, devamlı arama yapan bir şirket. Onun için TPAO, Türkiye’de, bütün Güneydoğuda bu ruhsatların hepsine program verip bütün ruhsatları alabilir. Bunun ne mahsuru var, niye yabancılar niye bütün Türkiye’yi kapatsınlar? TPAO’da çalışan arkadaşlar Türkiye’nin Jeolojisini son derece iyi bilirler yani hangi bölgenin potansiyeli daha yüksek çok iyi bilirler. Bundan dolayı TPAO, kendine göre az riskli ruhsatları alır veya daha riskli saha ruhsatlarda yabancıyla ortaklık yapabilir. Yani hiçbir şirket aptal değil, bütün Türkiye 780,000 km2 kapatıp ruhsat alsın. Akıl yok mantık yok yani bu işte. Çünkü ruhsat aldığınız vakit bir taahhütte bulunacaksınız yeni kanuna göre, diyeceksiniz ki ben arama yapacağım ama şu kadar para harcayacağım şu yıl şunu harcayacağım harcamazsam paramı yakacaksın. Şimdi taahhüt falan yok ruhsatı alıyorsunuz, bekliyorsunuz müşteri gelsin. Böyle petrolcülük olmaz. Bir kişiden petrol şirketi olmaz. Türkiye’de öyle şirketler var.

MUTLU: Soru: Amerika’da bir ayda açılan kuyu sayısı Türkiye’de geçmişten günümüze açılan kuyu sayısından fazla mı?
AYTUNA: Doğru ama oradaki ispatlanmış potansiyel bizden farklı. Yani bizdeki yapılar küçük
küçük,dediğim gibi. Yani öyle bir saha cazip hale getireceksiniz, saha olarak getiremezsinizde, kanun olarak getireceksiniz. Bizim sahalar maalesef küçük yani bunun bugüne kadar bildiğimiz bilgilere göre 3,000 tane kuyu açılmış Güneydoğuda, işte bildiğimiz sahalar bu kadar büyük. En büyüğü Batı Raman, o da ağır petrol 12 gravite, dünyanın en büyük petrol sahası doğru, fakat petrolü çıkaramıyorsunuz ki (çok ağdalı, çok ağır hareket ediyor), 1,2milyar varil yerinde petrol var ama bu kadar ağır petrolü çıkaramadıktan sonra kime ne fayda..

MUTLU: Soru: Yoğunluğu fazla, yani ağır olduğu için mi çıkarılamıyor?
AYTUNA: Siz buraya hangi pompayı koyacaksınız ki 1200m yukarı çıkaracaksınız. Burada üretimi
arttırmak için karbondioksit bastılar, bir zamanlar günde 8000 varile çıktı.Ama artık o yöntemde
bitti.Türkiye’deki sıkıntı petrolün gravitesi bazı yerlerde 12 mesela Raman civarında, Kahta civarında
biraz kuzeye gittikçe gravite artıyor.Yani ne oluyor, 30 gravite oluyor Paleozoike inerseniz 36-40
gravite oluyor. Ama işte Paleozoikte de problem uygun rezervuar bulamıyorsunuz.
MUTLU: Soru:etrolün viskozitesi (akışkanlığı) önemli...
AYTUNA: Tabi önemli çünkü 7 varil petrol 1 tondur.Eğer gravitesi yükselirse, bu sefer 7 varil petrol
0.9ton oluyor.Yani yükte hafif pahada ağır.

Kaynakca:www.ekoenerjidergi.com

13 Ağustos 2007

Akaryakıt pıyasası devleşti!

Türkiye'de Akaryakıt Piyasası Ortalama Satış Büyüklüğü 2006 Yılında 40 Milyar 294 Milyon YTL'ye Yükseldi.

-Türkiye'de akaryakıt piyasası ortalama satış büyüklüğü 2006 yılında 40 milyar 294 milyon YTL'ye yükseldi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun, 2005-2006 Petrol Piyasası Raporu'na göre, 2006 sonu itibariyle satış büyüklüğü, motorinde 29 milyar 898 milyon, benzin türlerinde 7 milyar 920 milyon, fuel-oil türlerinde 2 milyar 474 milyon YTL oldu.

ANKARA (ANKA) - Türkiye'de akaryakıt piyasası ortalama satış büyüklüğü 2006 yılında 40 milyar 294 milyon YTL'ye yükseldi.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK), 2005-2006 Petrol Piyasası Raporu'na göre, akaryakıt piyasası ortalama satış büyüklüğü 2005 yılında 33 milyar 313 milyon, 2006 yılında 40 milyar 294 milyon YTL'ye yükseldi. 2006 sonu itibariyle satış büyüklüğü, motorin türlerinde 29 milyar 898 milyon, benzin türlerinde 7 milyar 920 milyon, fuel-oil türlerinde 2 milyar 474 milyon YTL oldu. EPDK'nın raporundaki saptamalar özetle şöyle:

-TÜRKİYE PETROL PİYASASINDA 16 BİN 500 AKTÖR VAR-

Türkiye'de Petrol Piyasası Kanunu ile kurulan yapıda, 2006 sonu itibariyle 16 bin 511 adet lisans verildi. Bunun 13 bin 775'i bayilik, 2 bin 384'ü taşıma, 42'si dağıtıcı, 69'u depolama, 118'i madeni yağ, 53'ü ihrakiye teslim, 7'si iletim, 4'ü rafinerici, 4'ü işleme, 55'i serbest kullanıcı lisanslarından oluştu.

2005 yılında Türkiye'de toplam rafinaj kapasitesinin yüzde 92'si kullanılarak 25.5 milyon ton ham petrol işlendi. 2006 yılında ise 27.6 milyon ton/yıl olan rafinaj kapasitesinin yüzde 94.9'u kullanılarak yaklaşık 26.2 milyon ton ham petrol işlendi.

Ham petrol ithalatı, 2006 yılında, bir yıl öncesine göre yüzde 2.88 artışla 24 milyon 61 bin 600 ton oldu. İhracat da yüzde 27.6 artışla 5 milyon 755 bin 212 ton olarak gerçekleşti.

2004 yılında lisansı verilen 8 bin 662 m3 depolama kapasitesi de dahil edildiği zaman, 2006 yılı sonu itibariyle depolama lisansı alan firmaların toplam depolama kapasitesi 3 milyon 930 bin 54 m3'e ulaştı.

2006 yılında dağıtıcı şirketlerin ithalatına bakıldığı zaman, ithalatın yüzde 56.9'unun Rusya'dan yapıldığı görüldü.

Yüzde 12.3'ü Romanya, yüzde 7.1'i Yunanistan'dan gerçekleştirildi.

2006 yılında dağıtıcı şirketlerin ürün bazında en yüksek ithalatı yüzde 77.6'lık payla motorin türlerinde yapıldı.

-DAĞITIMDA PETROL OFİSİ EGEMENLİĞİ-

Akaryakıt dağıtım şirketlerinin satışları 2006 yılında bir yıl önceye göre yüzde 0.3 azalarak 18 milyon 21 bin 332 ton oldu. Benzin türü satışları yüzde 4.1 azalarak 2 milyon 639 bin, motorin türü satışları yüzde 9.2 artarak 12 milyon 680 bin, fuel-oil türü satışları yüzde 27.1 azalarak 2 milyon 702 bin ton oldu.

2006 yılında dağıtım şirketlerinin çalıştığı bayi sayılarına bakıldığında; ilk sırada 3 bin 419 ile Petrol Ofisi yer aldı. Bu şirketi, bin 407 ile Opet, bin 185 ile Shell&Turcas izledi.

-90 BİN DENETİMDEN 88 BİNİNDE SORUN ÇIKMADI-

2006 yılında yapılan bayi denetim sonuçlarına göre, toplam 90 bin 841 denetimin 88 bin 400'ünde normal bulunma kararı çıktı. 248 adet yaptırım uygulandı, 2 bin 72 adet ikaz yapıldı, 121 kez de ödül verildi.

-DÜNYA PETROL REZERVİNİN 42 YILLIK ÖMRÜ KALDI-

2005 yılı sonunda dünyanın kesinleşmiş petrol rezervi 1293 milyar varil olarak belirlendi. Rezervlerin yüzde 62'si Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde toplanıyor.

Tüm rezervlerin yüzde 20'si ile Suudi Arabistan dünyanın en büyük rezervlerine sahip ülkesi konumunda bulunuyor. En büyük rezerve sahip 20 ülkenin yedisi Kuzey Afrika bölgesinde yer alıyor. Bunların içinde Kanada rezervleri en az işlenmiş ülke ve mevcut üretim düzeyini 200 yıl daha sürdürebilecek rezervlere sahip bulunuyor. Dünyanın kesinleşmiş petrol rezervi cari üretim düzeyini 42 yıl daha sürdürebilecek düzeyde.

-EN ÇOK ABD TÜKETİYOR-

2005 yılında küresel petrol talebi günlük 83.7 milyon varil, 2006 yılında ise 84.5 milyon varil düzeyinde gerçekleşti. ABD tek başına günlük 20.6 milyon varil ile en büyük petrol tüketicisi ülke konumunda bulunuyor. Dünya enerji talebinin yüzde 58.1'lik kısmı OECD ülkelerine, yaklaşık dörtte birlik kısmı ise sadece ABD'ye ait oluyor.

DÜNYA PETROL TALEBİ(milyon varil/gün)

Talep Payı(%)

2005 2006 2005 2006

OECD 49.6 49.1 59.3 58.1

ABD 20.8 20.6 24.9 24.4

AVRUPA 25.7 15.4 30.7 18.2

ÇİN 6.8 7.2 8.1 8.5

Dünya 83.7 84.5 100 100**/

2005 yılında gerçekleşen günlük ortalama 83.6 milyon varillik petrol üretiminin 35.5 milyon varili ve 2006 yılında gerçekleşen günlük ortalama 84.5 milyon varillik petrol üretiminin 35.2 milyon varili OPEC ülkeleri tarafından yapıldı. Dolayısıyla dünya petrol üretiminin yüzde 40'ından fazlası OPEC ülkeleri tarafından sağlandı.

DÜNYA PETROL ÜRETİMİ(milyon varil/gün)
Üretim Payı(%)

2005 2006 2005 2006

OPEC 35.5 35.2 42.5 41.7

S.Arabistan 9.5 9.1 11.4 10.8

İran 4.1 4 4.9 4.7

Venezuela 2.5 2.5 3.0 3.0

Nijerya 2.6 2.4 3.1 2.8

Dünya 83.6 84.5 100 100**/

Fiyatların dünyadaki gelişimine bakıldığında, ham petrol fiyatları, 2004 yılının ikinci yarısından itibaren 30 dolar/varil civarındaki seviyesinden hızlı bir yükseliş eğilimine girdi. 2005 yılı son çeyreğinde 60 dolar/varil düzeyinde bir duraklama gösterdikten sonra 2006 yılı temmuz ayında 75 dolar/varil civarına ulaştı.

Fiyatlardaki ani yükseliş dünya piyasalarında petrol fiyatlarının 100 dolar/varil seviyelerine kadar artarak dünyada yeniden bir petrol krizinin yaşanacağı endişelerini beraberinde getirdi. Ancak gerek ABD'deki yüksek petrol stoklarına, gerekse Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC'in petrol üretimini kısacağı şeklindeki endişelerin azalmasına paralel, fiyatlar 60 dolar/varil altına kadar gerilemeye başladı, 2006 yıl ortalamasında "Dated Brent" ham petrol fiyatı 65.14 dolar/ varil olarak gerçekleşti.(ANKA) (Ankara Haber Ajansı) 07.08.2007 13:03

PETROL ZIRVESI

15 Temmuz 2007

AB'YE GİRİŞ SÜRECİNDE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKALARI

Enerji, kuşkusuz milyonlarca yıldan bu yana insanoğlunun yaşamını devam ettirmesinde en önemli temel kaynaklardan birisi olmuştur. Günümüzde gelişme ve güçlenmede de en stratejik unsur konumundadır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve "Sanayi devrimi" olarak adlandırılan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucunda, üretim sürecindeki hızlı makineleşme, beraberinde enerji ihtiyacını da gündeme getirmiştir. Bugün kullandığımız enerjinin büyük bir çoğunluğu petrol,kömür,doğal gaz,bitümlü şist gibi fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Enerjinin daha verimli ve tasarruflu kullanılması, bu yakıtların sınırlı rezervlerinin korunması anlamı taşımaktadır. Dünya enerji tüketimi; nufüs artışına, daha konforlu yaşam talebine bağlı sanayileşmeye ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, baş döndürücü bir hızla artmaktadır. 21. Yüzyıla girerken adeta enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Günümüzde Dünya toplam elektrik enerjisi gereksinimi 15 trilyon kilowat saat düzeyindedir, enerji gereksiniminin % 80'i kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlarca, geri kalan % 20'si de başta hidrolik ve nükleer enerji olmak üzere, hayvan, bitki atıkları, rüzgar, güneş, jeotermal enerji gibi kaynaklardan karşılanmaktadır. Fosil yakıtların Dünya'da bilinen rezerv dağılımları petrol eşdeğeri olarak % 68 kömür, % 18 petrol, % 14 doğal gaz olarak hesaplanmaktadır. Buna göre; enerji tüketim trendinin bugünkü seviyesiyle, bilinen petrol rezervlerinin ömrü 45 yıl, doğal gazın 65 yıl, kömürün ise 240 yıldır. Konfor ve gelişme talebindeki artışla bu ömrün çok daha kısıtlı olacağı açıktır. Bu durumda, Dünya'nın 21. Yüzyıldaki en önemli ve güvenilir enerji kaynağı yine kömür olmaktadır. Nitekim, Dünya enerji üretiminde, günümüzde % 40 civarında olan kömür payının 2020 yılında % 48'e yükseleceği tahmin edilmektedir.

Ülkemiz, tükettiği genel enerjinin % 45-46'sını yerli kaynaklardan sağlayan bir ülkedir. Yani ihtiyacı olan enerjinin % 55'ini ithal etmektedir. Bu da enerji konusunda ülkemizin dışa bağımlı olduğunun çok açık bir göstergesidir . Şu anda Türkiye'de kurulu durumdaki enerji santralleri yıllık 20 GW civarında elektrik enerjisi üretmektedirler. Santrallerin büyük bir kısmı kömür ve su enerjisi ile çalışmaktadır. DPT tarafından yapılan çalışmalara göre 2010 yılına kadar ülkemizdeki hızlı sanayileşme nedeni ile yıllık enerji ihtiyacımız 60 GW civarında olacaktır. Sadece bu rakamlar bile ülkemizde enerji kapasitesinin alternatif olarak geliştirilmesini ve enerjinin tasarruflu kullanılmasının önemini açıkça ortaya koymaktadır. Kalkınma süreci içerisinde olan ülkemizde ise enerji tüketim seviyeleri, gerek fert başına birincil enerji, gerekse fert başına elektrik enerjisi bazında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bu husus dikkate alınarak, ülkemizde uygulanan politikalar çerçevesinde temel ilkeler belirlenmelidir. Türkiye'nin toplam ve fert başına enerji tüketimi, kalkınmaya ve refah artışına paralel olarak arttırılmalıdır. Buna ek olarak, enerji taleplerinin karşılanmasında, yerli/ithal kaynak oranı, enerji güvenliği, dünya enerji piyasalarındaki arz gelişmeleri ve ekonomi göz önüne alınarak optimize edilmelidir. Ülkemiz, dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelerle çevrili olduğu halde, petrol ve doğal gazımız yok denecek kadar az olduğu ifade edilmektedir. (İhtiyacımızın % 5'i). Sahip olduğumuz primer enerji kaynaklarımızın % 50'sini çok düşük ısıl değere sahip kalorili ve yüksek küllü linyitler oluşturmaktadır. 30.000 MW'lık ekonomik hidrolik enerji kapasitemiz bulunmaktadır. Bunun yaklaşık 12.000 MW'ı işletmede olan santrallarla üretime sunulmaktadır. 10.000 MW'ı da 2010 yılına kadar kurulması planlanan ve halen yapılmakta olan santrallar tarafından üretime dönüştürülmüş olacaktır. Kalan 8000 MW'ın da 2020 yılına kadar kullanılması planlanmıştır. Güneş enerjisi, Türkiye'de henüz elektrik üretim amaçlı kullanıma başlanmış bir enerji kaynağı değildir. Çünkü, bugün için, elektrik üretim maksatlı olan güneş enerji sistemlerinin kuruluş masrafları yüksektir. (2500 $/kW) Güneş enerjisinin ısı üretim maksatlı kullanımı, Güney ve Batı Anadolu Bölgelerinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Rüzgar enerjisi henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen ümit vermektedir. İyi değerlendirilebilirse Türkiye'nin 5000 MW'lık rüzgar enerjisi potansiyeli olduğu ifade edilmektedir. (2020 yılı için tahmin edilen kurulu güç toplamının % 5'i) Türkiye'deki 27.274 MW'lık kurulu gücün 15.774 MW'ını fosil yakıtlı termik santrallar (bunlara doğal gaz santralları da dahil) 11.500 MW'ını ise hidrolik santrallar oluşturmaktadır. Fosil yakıtlı santralların 7000 MW'ını doğal gaz yakan kombine çevrim santralları ve Kojenerasyon Tesisleri oluşturmaktadır. 65 milyon nüfuslu Türkiye'de kişi başına düşen elektrik tüketimi 2000 yılında 1840 kwh olmuştur. Bu rakam AB ülkeleri ortalaması olarak 7000 kwh, Rusya''a 6000 kwh, İspanya'da 4000 kwh ve komşumuz Yunanistan'da 3800 kwh'tır. Dünya elektrik tüketimi ortalaması ise 2376 kwh'tır. Gelişmişlik ve kalkınmışlığın en önemli göstergesi olan elektrik tüketimimiz dünya ortalamasının bile altındadır. Öte yandan 2000 yılında 15,4 milyar m3 doğal gaz tüketmiş bulunmaktayız.

Türkiye'de toplam 8 milyar tonluk kömür rezervinin %88,5'ini oluşturan linyit kömürü rezervinin yaklaşık %85'i görünür rezerv kategorisindedir. Yerbilimleri ve arama yöntemleri çalışmaları teknolojik gelişmelere koşut olarak, her geçen gün gelişmekte ve aramalarda tahminlerin gerçekleşme oranı artmaktadır. Bu nedenle daha önce çeşitli yöntemlerle aranmış kömür sahalarında bile yeniden arama yapılması faydalıdır. Ayrıca işletme sırasında çıkan çeşitli jeolojik problemleri çözmek ve rezerv geliştirme çalışmalarında bulunmak üzere bir kömür yatağının bulunmasından bitimine kadar etüt ve aramalar devam etmelidir. Derinlik de dikkate alındığında bugünkü linyit kaynaklarımızın büyük bir bölümü 1970-1990 dönemindeki arama faaliyetleri sonucunda bulunmuş olup, aynı dönemde linyite dayalı projelerin gerçekleştirilmesine yönelik yatırım hamleleri en üst düzeye çıkartılarak, havza madenciliğine geçilmiştir. Örneğin 1990 yılına kadar 1.484.000 m sondajlı arama yapılmış olmasına rağmen, 1990 yılından günümüze kadar ancak 130.000 m sondajlı arama gerçekleştirilmiştir. Bu da son on yılda aramalara ne kadar az önem verildiğinin açık bir göstergesidir. Sonuç olarak, yerli kaynaklarımıza dayalı, ileriye dönük, tutarlı enerji politikaları oluşturabilmek için işletilebilir yeni kömür rezervlerimizin ortaya konulması gerekmektedir. MTA kuruluş kanunu revize edilerek yeterli kaynak sağlanmalı, modern ekipmanla donatılmasıyla ihtiyaç duyulan arama çalışmalarına geçilmelidir. Yıllık linyit üretimimiz 6,6 milyon tonla Dünya linyit üretiminin %8,4'ini oluşturduğu halde, taşkömürü yıllık 2,5 milyon ton üretimle Dünya taşkömürü üretiminin yanında ihmal edilecek kadar düşüktür. Linyit tüketimimiz yaklaşık olarak talebi karşıladığı halde taşkömüründeki tüketimimiz üretimin beş katı kadar bir değerdedir. Demir-çelik sektörünün TTK taşkömürüne olan talebinin azalmasından dolayı, taşkömürü satışları ağırlıklı olarak termik santrallere yönelmiştir. Herhangi bir çaba gösterilmediği takdirde, gelecekte sanayi hammaddesi olan taşkömür üretimimizin tamamının termik santrallerde tüketilmesi kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Türkiye Taş Kömürü Kurumunun (TTK) mevcut durumu dikkate alındığında üretimin %75'i enerji sektörüne pazarlanmaktadır. Pazarlama sorunu yaşamamak için enerji sektörüne satışların devam etmesi ve bu doğrultuda yeni termik santral projelerinin devreye sokulmasının düşünüldüğü bilinmektedir. Ancak bu santraller koklaşma özelliği olmayan Amasra ve Armutcuk kömürleri ile beslenebilecek şekilde planlanmalıdır. Öte yandan Türkiye linyit rezervlerinin yaklaşık %42'sini oluşturan Elbistan linyit havzası'nın elektrik enerjisi üretimizdeki yeri oldukça önemlidir. 1967 yılında bulunan Elbistan linyit havzası, çeşitli sektörlere bölünmüş ve işletme sınırları olarak bu sektör sınırları esas alınmıştır. Yapılan değerlendirmelere göre işletme sınırlarının sektör bazında değil havza bazında yeniden belirlenmesinin gerektiği anlaşılmıştır. Yapılan son rezerv hesaplamalarına göre halen işletilmekte olan Elbistan açık işletmesi rezervlerinin dışında, ekonomik olarak üretilebilecek 3 milyar tonun üzerinde linyit bulunmaktadır. Bu potansiyelden en az 30 yıl süreyle yılda 100 milyon ton üretim yapılabilecek ve mevcut santralın dışında toplam olarak yaklaşık 7000 MW gücünde yeni termik santraller kurulabilecektir. Enerji talebindeki olası artışlara koşut olarak Elbistan havzasının yeniden değerlendirilmesi sonucu; Elbistan B santralı yeni ilavelerle 6x350 MW'a çıkarılmalı, Elbistan C ve Elbistan D santrallarının her biri en az 2100 MW olarak planlanmalıdır. Halen faaliyette bulunan Elbistan A santralına da yeni ünitelerin ilave edilmesi daha fazla geciktirilmemelidir.

Petrol ve doğal gaz varlığı açısından; Türkiye, bugüne kadar yapılan çalışmalar çerçevesinde, geçirdiği jeolojik evrim nedeniyle yeterli hidrokarbon potansiyeline sahip görünmüyorsa da, petrol ve doğal gazın stratejik hammadde oldukları düşünülerek, yurt içi arama faaliyetlerinin sistematik bir yaklaşımla arttırılarak devam ettirilmesi gereklidir.Nükleer enerji hammaddeleri açısından Dünyadaki uranyum rezerv, üretim ve tüketim durumlarına ve nükleer enerji kullanım trendine bakılacak olursa, bilinen rezervin 2000'li yılların ilk çeyreğinde, hatta daha sonrası için yeterli olduğu görülecektir. Ancak gelecek yıllardaki üretim ve tüketim denge tahminlerine bakıldığında, tüketimin üretimden daha fazla olacağı, hatta 2010-2015 yıllarına gelindiğinde bu açığın ciddi boyutlara ulaşacağı görülmektedir. Açığın bir kısmı eldeki stoklardan karşılansa dahi, 2000 yılından sonra olası bir krize girilmemesi için planlanan yeni üretim tesislerinin devreye girmesi gereklidir. Bu nedenledir ki, pek çok ülke, hammadde aramalarına büyük bir hızla devam etmektedir. Hatta kendi ülkelerindeki potansiyellerini belirleyen ABD, Kanada,Fransa, Japonya, Almanya, İsviçre, İngiltere ve Güney Kore gibi bir çok ülke, başka ülkelerde uranyum aramaktadırlar. 1970'li yıllarda, ülkemiz ileriye yönelik enerji planlarında, nükleer güç santrallarından da yararlanılması öngörülmüştür. Ancak bu konudaki çalışmalar hala bir sonuca ulaştırılamamıştır. Hızlı bir sanayileşme süreci içinde olan ülkemizde zorunlu olarak elektrik talebi artmaktadır. 2000'li yılların başlarında karşılaşılabilecek enerji darboğazını aşabilmek için nükleer enerji kullanımı kaçınılmaz görülmektedir.Diğer taraftan önümüzdeki yıllarda dünya uranyum fiyatlarının yükseleceği tahmin edilmektedir. Türkiye kendisi kullanmasa dahi bulacağı uranyumu ihraç etme imkanına sahip olacaktır.Tüm bu nedenlerle, uranyum rezervlerinin kısa sürede belirlenmesi için aramalara yeniden başlanması gerekmektedir. Jeotermal enerji alanında ise yeni sahaların keşfedilmesi, mevcut sahaların özellik, kapasite ve kullanım olanaklarının belirlenmesine yönelik çalışmalara, M.T.A, üniversiteler, belediyeler ve özel kuruluşların araştırma- geliştirme ve uygulama projelerine devlet desteği sağlanmalıdır.Santral seçiminde yüksek verimli buhar türbini ile verimi yüksek yeni tip binary çevrim sistemlerine öncelik verilmelidir. Isıtmacılıkta uygun teknolojinin kullanılması sağlanmalıdır. Türkiye'de önemli bir potansiyele sahip jeotermal enerjinin gelişimini hızlandıracak yasal düzenlemelerin bir an önce yürürlüğe girmesi sağlanmalıdır.Jeotermal alanların kullanım imkanlarının belirlenerek entegre tesisler halinde planlanması ve bu suretle en yüksek faydanın sağlanması teşvik edilmelidir. Sonuç olarak, Türkiye genel enerji talebinin 2020 yılında 300 milyon TEP'e, yükseleceği otoritelerce tahmin edilmektedir. Bu durumda, enerji hammaddesi ithalatı 228 milyon TEP düzeyine ulaşacaktır. Enerjide bu ölçüde dışa bağımlı bir ülke düşünülemeyeceğinden, ülkenin en güvenilir enerji hammaddesi olan kömürün rezervleri ivedi bir programla arttırılmalı ve enerji üretiminde yerli kömürün payının %50 düzeyine yükseltilmesi için gerekli planlamalar yapılmalıdır.

Stratejik önemi Orta Doğu'da yaşanan gelişmelerin ışığında her geçen gün çok daha net anlaşılan enerji ihtiyacının istikrarlı bir şekilde karşılanması üyelik sürecinde bulunduğumuz bulunduğumuz Avrupa Birliği ilişkilerimiz açısından da önem taşımaktadır. AB'de elektrik üretimi, yıllar boyunca, tekelci üretime ve 15 ayrı ulusal pazara dayalı olmuştur. Katı yakıtlar, AB'de elektrik üretiminin %30'a yakın bir bölümünü sağlamaktadır. AB, kömür kullanımını teşvik etmeyi ve yurt içi üretim kapasitesini daha rekabetçi kılmayı hedeflemektedir .AB içinde halen ciddi boyutlarda kömür üreten, sadece İngiltere,Almanya ve İspanya gibi üç ülke bulunmaktadır. İthal kömür yerli kömürden çok daha ucuz olduğundan, üretim azalmaktadır. Düşük kömür fiyatları, doğal gaz gibi diğer rakip yakıtların fiyatlarını düzenleyici bir rol oynamaktadır.

AB enerji temin kaynakları bakımından fakir değildir. Gerek, 1992 Körfez savaşı, gerekse Irak ve Ortadoğu'da son günlerde yaşanan olaylar,Topluluğun enerji sisteminin sağlam olduğunu ve küçük krizler ve dış etkenlere bağlı sorunlar ile başa çıkabildiğini göstermiştir. Bununla beraber, tüketilen enerjinin yarısı üçüncü ülkelerden ithal edilmektedir. AB enerji politikasının hedeflerinden biri, arzın kesintiye uğramasını önlemektir. En çok ithal edilen enerji kaynağı petroldür. AB'de tüketilen petrolün %78'i ithalat yoluyla karşılanır Bunu, %36 ile doğal gaz ve %32 ile diğer yakıtlar takip eder. Avrupa'nın enerji tüketimi arttıkça bu bağımlılık da artacaktır. Stratejik coğrafi konumu nedeniyle, Türkiye enerji konusunda kilit bir rol oynamaktadır. Türkiye önemli bir hidroelektrik enerji üreticisidir, fakat Orta Doğu'ya, Karadeniz'e,Kafkaslar'a, Orta Asya'ya ve Körfez ülkelerine de kapıları açmaktadır. Türkiye'nin stratejik konumu, ülkeyi, Avrupa'ya petrol taşınması için bir transit ülke haline getirmektedir.

Özet olarak, Ülkemiz sadece kendi ihtiyacı olan enerjiyi temin etmek için değil, aynı zamanda, üyelik süresini de hızlandıracak bir yaklaşımla Avrupa Birliğinin de ihtiyacını önemli ölçüde karşılayacak bir sentez oluşturmalıdır. Oluşturacağı bu enerji köprüsü kendisini doğal olarak arzu ettiği üyeliğe taşımada önemli ve stratejik bir araç olacaktır.

KAYNAKLAR
Elektrik,Elektronik,Aydınlatma,Enerji ve Otomasyon Mühendisliği Dergisi sayı 164
TMMOB,Maden Mühendisleri Odası, Enerji Grubu Çalışma Raporları, 2001, Ankara
Koyuncu M.,'Kurumlar Açısından Enerji Politikaları Çevre - Enerji Kongresi Bildiriler Kitabı, 5-7 Haziran 1997 ANKAR
Önal G., 'Enerji ve Kömür' YMGV Yayınları, 2000, İstanbul.
www.dpt.org.tr

Prof. Dr. Ali KAHRİMAN
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı

Araş. Gör. İlgin KURŞUN
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Cevher Hazırlama Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi

--------------------------------------------------------------------------------

TÜRKİYENİN PETROL UMUDU

Kerkük-Yumurtalık, Bakü-Ceyhan, Samsun-Ceyhan ve Trans-Trakya boru hatları sayesinde Türkiye petrolün merkez üssü oluyor. Türkiye'deki petrol ve doğalgaz rezervleri de açığa çıkmaya başladı.

2010 yılında dünyada piyasalara sürülecek petrolün yüzde 7'si, yani her 18 varil petrolden 1 varili Türkiye'den geçecek.
Doğalgaz boru hatları ile AB'nin Rusya'nın tekelinden kurtulma kaygısı da Türkiye'nin geçiş ülkesi olarak önemini artırıyor. Boğazların kapasitesinin sınırlı olması, Samsun-Ceyhan ve Trans-Trakya hatlarının birlikte hayata geçirilmesinin önünü açabilecek. Böylece Ceyhan dünya çapında bir terminal olmakla kalmayacak, Türkiye uluslararası petrol piyasasının en önemli kavşaklarından biri olacak. Büyük petrol devlerinin Ankara'daki temasları hız kazanırken, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu'dan gelen haberler de Türkiye'deki petrol ve doğalgaz rezervlerinin gün ışığına çıktığını gösteriyor.

Dışişleri Bakanlığı'nda derlenen enerji ile ilgili uluslararası örgütlerin belirlemelerine göre, 2010 yılında, Irak, Hazar Denizi ve Rusya'da üretilen ve pazara sunulan petrol arzının tamamına yakını Türkiye üzerinden geçecek. Boğazlar ve boru hatlarından geçecek petrole ilişkin istatistiklere göre 2010 yılında dünya petrol arzının yüzde 7'si Türkiye üzerinden geçecek. Bu da dünyada pazara sunulan her 18 varil petrolden 1'inin Türkiye'den geçmesi anlamına geliyor.

26 Haziran 2007

Orta Asya:Rusya’nin Enerji ve Dogalgaz Politikasi

25 mayis 2007

Yakın zamanda Rusya başkanı Putin bir çok Orta Asya ülkeleri ziyaret ederek,o ülkelerin başkanlarıyla enerji ve doğalgaz konusunda iş birliği için bir çok anlaşma imzaladı.Özetle anlaşmalarda Hazar Denizi bölgesinde bulunan doğalgaz boru hattı genişleme ve Türmenistan gazı Rusya’ya nakli üzerinde duruluyor.Kazakistan ve Özbekistan’la imzalanan bazı anlaşmalar bölgesel enerji ve yakıt uretimi tesislerinde geliştirme ve modernizasyon konuları içeriyor.Rus uzmanlarına göre,bu anlaşmalar Moskova’ya enerjı kaynakların ihracatı üzerinde liderlik statüsünü korumasında yardımcı olacak ve ayrıca onların nakli icin Rusya’dan değil de,Güney Kafkasya ülkelerinden nakletmesine engel olacaktır.
Rusya,Kazakistan ve Türkmenistan başkanları uçlu bir anlaşma imzalayarak,önemli bir karar aldilar:Hazar Denizi bölgesinde yeni bir doğalgaz borusu inşat edilecek.Tahminen bu boru Hazar deniz kıyısının Türkmenistan,Kazakistan ve Rusya devlet toprklarindan gececek.Rus uzmanlarina göre,bu anlaşmalar Hazar bölgesinde Rusyanin eski konumunu yeniden ona kazandıracak ve Astana ve Ashabad sehirlerde bulunan başka yabanci firmalarin konumunu zayiflatip,onlarin bu bölgeden gimesini sağlayacak.

Orta Asya ve Kafkasya problemleri üzerinde uzman Aleksey Vashenko diyor ki,Orta Asya petrolu Azerbaycan üzerinden aktarmak Moskova icin karli değildir.Bu problem bir kaç önemli faktör taşiyor.Birincisi,bu borular,Bakü-Ceyhan,Bakü-Supsa,onlar ekonomik olarak elverişli değildir.Ancak,eğer onlara Kazakistan petrolü bağlanirsa elverişli olabilirler.Bugüne kadar ise bu boru hattlari kendilerinden beklenen karı sağlayamadılar.Putin ise Rus Federasyon enerji sektörünü girişimcilerin zarara uğramamalari için onların cıkarlarını korumaya çalısıyor.Ve Orta Asya ülkeleri ziyaretleri bu amaçla yapıyordur.Çünkü eğer Kazakistan petrolu ve Orta Asya gazi Türkmenistan’dan ilk olarak Hazar Denizi’nden,ordan da Turkiye’ye ve Bati Avrupa’ya gidecekse,bu kuşkusuz Rusya için büyük bir darbe olacaktir.Ve böylece Kavkasya bölgesinde Rusya’nin etkisi zayiflamiş olacaktir.Rusya devleti gibi, rus petrol girisimcileri de bundan zarar görecekler. Rusya Federasyon hükümeti tabiki bunun olmasını istemez ve onun icin şuan eski bir boru hattının reanimasyonu yanında bir de yeni bir boru hatti inşhatı için görüşmeler yapıyor.

Aleksey Vashenko’nun söyledigi gibi,Kazakistan ve Azerbaycan petrolu Ukrayna’ya aktarmasina Moskova karsidir.Burda en önemlisi,eğer Ukrayna Rusya’dan bağımsız olarak petrol almaya başlayacaksa,zamanla Rusya Doğu bölgelerinde ve Krım’de etkisinin kaybetmesine yol açaçak,özellikle de Sevastopol sehrinde,ki bu Kara Deniz’inde kendi filosunun barindirmasina engel olacaktır
.
Eski Sovyetler Birligi sınırları içeresinde olan topraklar Arastirma Merkzi Başkanı Aleksandr Karavaev diyor ki,enerji ve doğal gaz stratejileri Rusya dıs politikasinda önemli ağırlık kazanmaya başladi.Bu boru hattlarında yer alan çikarlari bir çok dev petrol firmaların,monopollerin,GAZPROMun ve Rusya’nin ilgisi uyandiriyor.Ve tabiki bütün bu politikalar ABD’de ve Avrupa Birligi’nde tepkilere ve reaksyona yol aciyor.
Ama Rusya’nin milletvekili Sergey Glazyev bu tür politikalarin dıs ilişkilerinde belirleyici faktör olarak görmüyor.
Sergey Glazyev diyor ki,bu tür büyük inşhatlarin politik arenaya çekmesine karşiyim.Tabiki bu hatlar önemlidir,ama onlardan bir koz yapmak bence doğru değildir..Eğer bizim gaza bir ihtiyac doğarsa,hatlar da olacak!Ve bu konuda kim ne derse desin!Türkiye gaz istedi,biz de Kara Denizin üzerinden bir hat döşedik,hatta bundan bir çok zarar görmemize rağmen...Ve Türkiye’yi de hiç durdurmadı ne Londra,ne Vashington,ne de Brüssel tuzaklari. Rusya’nin gazı her yerde lazim.Ve eğer Almanya’ya bizim gazı isteyecekse,Estonya istedigi kadar karşi çıksın,Baltik Denizinde de bir boru doşeriz.Ve Almanya da istiyor…Çünkü gaz ona lazim.

Orta Asya ve Guney Kafkasya uzmanı Aleksey Vashenko’nun görüsüne gore,Hazar Denizinde yapilacak yeni boru hatti,Azerbaycan ve Gurcistan icin kar getirecegi gibi,Rusya icin de zarar getirecek.O diyor ki,burda en önemlisi,eğer bu boru Gurcistandan ve daha ileri gidecekse,ozaman büyük rekabet doğacak,ve o rekabet de eski Sovyetler Cumhuriyetlerden gelecek.Onlar dünya pazarlarinda fiyatlarini düşürme yoluna gidebilecekler ve sonuç olarak Rusya’ya akan petrol ve gaz dollarlari azalacak.Ve şimdi Rusya petrol ve doğalgaz sektörünün modernasyon ve geliştirme için zaten büyük bir sermayeye ihtiyaç duyulduğundan,böyle bir durumla karşilaşmak hiç de hoş olmayacak.

Hazar Deniz Bölgesi Araştırma Fonu Başkanı Vafa Guluzade’nin söylediğine göre,artık geçti o zamanlar,nerde başkanlar kendi ülkenin enerji kaynaklarin kaderinin hakkinda tek başina karar alabiliyorlardi.Kazakistanda mesela çoktan Amerikan magnatlari oturuyor ve kararlari onlar alıyorlar.Ve Putin’in başkanlarla imzalanmiş olan bu anlaşmalarda muhakkak onlarin sözü geçerli olmuştur.Çünkü Türkmenistan istemiyor kendi enerji kaynaklari Rusya üzerinden nakletmek.Rusya bunun karşiliginda politik şartlar koşacak Türkmenistana.Ve şimdi de olduğu gibi,gazi en duşuk fiyattan alip,daha yüksek fiyatla satacak.Türkmenler ise istedigini alamayacaklar.Onlar icin Azerbaycan üzerinden gazi satmak daha karlıdır.
Kazakistan ve amerikan petrol sirketleri Oktau-Bakü petrol hattı üzerinde çok uzun sure düşünüyorlar.Ve Kazakistan petrolu çoktan Bakü-Ceyhun hattı borularda akıyor.Ben duşunmuyorum,Putin oylece gitmiş,görmüş ve kazanmış.Evet,o konuşmuş Nazarbaev’le,konuşmuş yeni Turkmenistan başkaniyla,onlar belki bir çok söz verdiler,ama gercekleştirmek bunlari okadar da kolay olmayacak.Ayrica dünyanin bütün projelerin lokomotivi Rusya değildir.Rusya koyamaz kendi kurallari ne ABD’ye,ne de Avrupa’ya.Çift standartlar.Rusya karsı Hazar Denizinde suyun altında hattın doşemesine,kendisi ise Kara Denizde “Mavi Akım”yapıyor,ve Baltik Denizinde hat doşemek istiyor vs vs…Rusya’nin yok böyle bir düymesi,ülkelerin ABD iş ortakliğindan vazgeçilecek olani.Rusya kendisi bati teknolojinin ithalatçisi durumunda ve bu teknoloji olmadan petrolu çikartamaz.Onun icin kendisi de bir çok amerikan şirketleriyle ortak calişiyor,Sahalinden başlayarak,Sibirya ve başka bölgelere kadar.
Rusya Imparatorlugunun karakteri-maddeci değil,daha çok idealisttir. Onun icin Rusya daima hayal etmek devam edecektir…

Kaynak:www.glazev.ru
24.05.2007
Hazirlayan:Maria Kaban

25 Haziran 2007

PUTİN'İN ÇANTASINDAKİ ENERJİ HARİTASI !

18.06.2007 Pazartesi 12:32

Rusya Büyükelçisi Ivanovskiy, İstanbul'da Putin'in yaklaşan ziyaretiyle ilgili temaslarda bulundu. Elçi "Putin, enerjide işbirliğini görüşmeye geliyor. İşadamı alacakları gibi konularla gelmeyin" mesajı verdi..

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Türkiye ziyaretinin kesinleşmesinin ortaya çıkmasından önce İstanbul'da temaslarda bulunan Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Vladimir Ivanovskiy'nin "Putin ekonomik konularda enerjiyi ilgilendiren stratejik gündemle geliyor. Türk-Rus enerji ortaklığı istiyoruz. Lütfen karşısına Türk işadamlarının alacak sorunu gibi konularla çıkılmasın" mesajı verdiği öğrenildi. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi için 25 Haziran'da Türkiye'ye gelecek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ziyaretinin kesinleştiğinin açıklanmasından önce Türkiye'de görevli Rus diplomatların ekonomik konulara ilişkin gündem belirleme toplantıları başladı. Putin ve heyetinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yapması planlanan özel görüşmelerin ekonomi ayağı için enerji işbirliğine özellikle dikkat çekiliyor. Edinilen bilgiye göre Rusya Büyükelçisi Ivanovskiy, geçtiğimiz hafta İstanbul'a gelerek çeşitli temaslarda bulundu. İstanbul'da Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) ile de biraraya gelen Ivanovskiy, ziyaretin ekonomi kısmıyla ilgili önemli ipuçları verdi. Beklenildiği gibi enerji konularının önemli bir gündem maddesi olacağını anlatan Ivanovskiy, ziyaretin iki ülke arasında enerjide stratejik ortaklığın önünü açacak bir zemin için kullanılmasının Rus tarafında arzulandığını kaydetti. Orta Asya'nın petrol ve özellikle doğalgaz kaynaklarının Avrupa piyasalarına taşınmasında iki ülkenin ortaklaşa hareket etmesinin önemini vurgulayan Ivanov'un şunları söylediği bildirildi: "Rusya'nın kaynaklarıyla birlikte Orta Asya'nın da doğalgaz kaynaklarını toplarsanız, Avrupa'nın ihtiyacını karşılamayacağını göreceksiniz. Bize göre Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın Avrupa'ya kendi başlarına sunabileceği doğalgaz miktarı 5 milyar metreküpü geçemeyecek. Enerjide transit ülke olmak istiyorsunuz, bunu beraber yapmanın yolunu araştıralım. Devlet Başkanı Putin, bu konuya büyük önem veriyor." Putin'in ekonomik gündeminde Avrupa'ya enerji arzında işbirliğinin önemli yer tuttuğunu görüşmesinde vurgulayan Ivanovskiy, Türk - Rus görüşmelerinde sıkça gündeme gelen bazı konuların "es geçilmesinin" resmi kanallara iletilmesini istediği kaydedildi. Buna göre Türk şirketleri ve işadamlarının alacak konuları, gümrük kapıları, nakliyecilerin yaşadığı sorunlar ve inşaat şirketlerinden dolayı sıkça gündeme gelen alacak taleplerinin Putin'in Türkiye ziyaretinde gündeme getirilmesinin arzulanmadığı DEİK'te yapılan görüşmede aktarıldı.

RUSYA BÜYÜK OYNUYOR
Geçtiğimiz yıl alacak tartışmaları nedeniyle Ukrayna'ya akışı keserek Avrupa'ya doğalgaz arzını ciddi biçimde düşüren Rusya, bu kıtanın önde gelen enerji tedarikçisi olmak için büyük adımlar atıyor. Sovyet döneminde kurduğu altyapı sayesinde Doğu Avrupa'ya boru hatlarıyla doğalgaz ve petrol ulaştırabilen Rusya, son 15 yılda yapılan ek yatırımlarla başta Almanya olmak üzere büyük Avrupa ekonomilerinin göz ardı edemeyeceği enerji tedarikçisi oldu.

Heyet büyüdü 45 oda arıyorlar

PUTİN'İN Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) Zirvesi için İstanbul'a gelmesi geçtiğimiz hafta kesinleşti. Zirveye katılacak Rus Heyeti'nin sayısı da doğal olarak arttı. Bu da Türkiye'deki Rus Misyonu'nun acilen yer aramaya başlamısına neden oldu. KEİ, 25 - 26 Haziran'da yapılacak. Aynı tarihlerde İstanbul'da CERA'nın Enerji Zirvesi yapılıyor. OECD'nin de İstatistik Zirvesi nedeniyle otellerde yer sorunu yaşanıyor. Türkiye'ye Putin ile birlikte gelecek Rus heyetinin aynı otelde 45 oda arayaşında olduğu ama bulmakta sorun yaşadığı belirtiliyor.


Burgaz - Dedeağaç hattıyla Rusya iki yeni ortak buldu

TÜRKİYE'NİN Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı'na her zaman mesafeli duran Rusya, Samsun- Ceyhan'ın da ortaya çıkmasıyla birlikte karşı adımını attı. Bulgaristan'da Burgaz ile Yunanistan'da Dedeağaç arasında petrol boru hattı inşası için 15 Mart'ta iki ülkeyle anlaşma imzalayan Rusya, hattın yüzde 51'inin sahibi olacak. Rus Parlamentosu'nun geçtiğimiz ay onayladığı anlaşmaya göre boru hattından başlangıçta yılda 35 milyon ton petrol taşınacak. Samsun - Ceyhan için Kazak petrolünü taşımak için girişimler devam ediyor. Ancak Rusya, kendi kaynakları nedeniyle Burgaz - Dedeağaç için arz sıkıntısı yaşamıyor.

Kazaklar ve Türkmenler ile anlaşma Nabucco'ya rakip

RUSYA, Avrupa'ya doğalgaz arzında kendisinin önünü kesecek Nabucco'yu zayıflatmak için girişimlerde bulunuyor. Nabucco, Orta Asya ve Hazar Havzası doğalgazının Türkiye üzerinden Balkanlar'dan geçirerek Avrupa'yı taşımayı hedefliyor. Rusya, Nabucco'nun önünü kesecek önemli bir adımı da yine mayıs ayında attı. Kazakistan ve Türkmenistan, mayısta Rusya ile doğalgaz anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmaya göre 2014 yılında Rusya, iki ülkeden toplam 90 milyar metreküp gaz alabilecek. Kapasitesi artırılacak ve inşa edilecek yeni boru hatlarıyla da Batı'ya pazarlamasını üstlenecek. Böylelikle Nabucco'nun doğalgaz kaynağını da zayıflatmış olacak.

Baltık'ı da by-pass edecek

Rusya'nın Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmeyen ama dolaylı olarak enerji köprüsü olmasının önünde risk oluşturan en önemli projesi de Nord Stream Doğalgaz Boru Hattı olarak anılıyor. Tamamı Baltık Denizi'nin tabanında inşa edilecek 917 kilometrelik boru hattıyla Rusya, Avrupa'ya gaz sevkinde Ukrayna, Polonya ve Baltık Cumhuriyetleri'ni by-pass edecek. Hat doğrudan Almanya'ya bağlanacak. İnşası devam eden hattın yıllık kapasitesi 27.5 milyar metrekü

Not:haritayi gorebilmek icin blogun GRAFIKLER VE HARITALAR bolumune bakin(en asagada)

Kaynak: SABAH

PETROL KANUNU ÜZERİNE

AB mevzuatına uyum adı altında çıkarılan Yeni Petrol Kanunu ile, kamu yararından vazgeçilip uluslararası şirketler lehine yeni düzenlemeler getirilmiş kamu adına petrol arama ve üretim faaliyetlerini yürüten Türkiye Petrolleri A.O.‘nın özelleştirilmesinin önü açılmıştır.

Yasa, Cumhurbaşkanı tarafından 4 maddesinin yeniden görüşülmesi istemi ile TBMM‘ye iade edilmiş, Enerji, Sanayi, Maden ve Teknoloji Komisyonunda görüşülen yasadaki; üretilen ham petrol üzerinden alınan devlet hissesinden İl özel idarelerine pay ayrılmasını öngören kısmın çıkarılarak, diğer maddeler olduğu gibi kabul edilmiş ve TBMM Genel Kurul gündemine alınmıştır.

PETROL KANUNU ÜZERİNE

21 inci Yüzyıl‘ın enerji haritasının kanla çizildiği günümüzde, ülkemiz ne yazık ki büyük bir aymazlık içerisinde, enerji politikasızlığı batağına gömülmeyi sürdürmektedir. Dünya enerji haritasında söz sahibi olmanın koşulunun, denetimi altında tutabileceği rezervler ile pazara ulaşım koridorlarının kontrolü olduğunun bilincinde olan emperyalist ülkeler, bunun gerçekleşmesi için çıkarttıkları iki dünya savaşına, her gün bir yenisini eklemekte, kan dökmekte bir an bile tereddüt etmemektedirler.

21 inci Yüzyıl enerji haritaları, sadece Pentagon‘larda değil, IMF‘de, Dünya Bankası‘nda, Avrupa Birliği komisyonlarında çizilmekte ve hayata geçirilmektedir.

Ya kan ve işgallerle ya da yasayla hegemonyalarını kurdukları ülkeler, 21 inci Yüzyıl enerji haritaları üzerinde ele geçirilmiş, fethedilmiş rezervler, ya da sorunsuz dağıtım noktaları, serbest geçiş alanları olarak yerlerini almaktadırlar.

Petrol Kanunu‘nda yapılmak istenen değişiklikler de, Avrupa Birliği‘ne mevzuat uyumu ve Dünya Bankasının dayatmaları çerçevesinde, tüm enerji alanlarında ve petrol sektöründen kamu kuruluşlarının süreç içinde çekilerek, bu alanın ulusötesi şirketlere bırakılması düzenlemelerinin son parçasıdır.

1984 yılında TEK dışındaki yerli ve yabancı şirketlere elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticaret izni verilip kamu tekeli kırılarak başlatılan enerji yatırımlarının özelleştirilmesi süreci, elektrik santrallerin işletme haklarının devredilmesi ile devam etmiş, 1993 yılında TEK‘in bölünmesi ile süreç hızlandırılmıştır.

Elektrik, doğal gaz ve petrol sektörlerinin tamamen piyasa koşullarına terk edecek yasal düzenlemelere devam edilerek, 2001 yılında Elektrik Piyasası Kanunu, aynı yıl Doğal Gaz Piyasası, 2003 de Petrol Piyasası Kanunları ile 2005 de de LPG Piyasası kanunları çıkarılmıştır. Enerji alanındaki son yasal düzenleme olan Petrol Kanunu ile de bu süreç tamamlanmış olacaktır.

Bu gelişmeler sonucunda, doğal gaz ve elektrik dağıtımının özelleştirmeleri başlatılmış, PETKİM, DİTAŞ, TÜPRAŞ, POAŞ özelleştirilmiş, BOTAŞ‘ın 2009 yılına kadar özelleştirme kapsamında yapılandırılması kararlaştırılmıştır.

Petrol Kanunu ile de, enerji alanında kalan son kamu kuruluşu olan Türkiye Petrolleri A.O.‘nın (TPAO) özelleştirilmesinin önü açılmıştır.

Petrol Kanunu‘nun gündeme geldiği bu dönemde konuyu ideolojik saldırı özünden kopararak, "milli menfaatler" boyutu ile sınırlandırmak anlayışına girmek bütünü görmezden gelmeyi getirecektir. Soldan en sağa kadar yasaya karşı çıkıştaki ayrılık da; değerlendirme açısının darlığına veya genişliğine göre tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Konu Odamız açısından; politik özünü de vurgulayan temelde, özelleştirmenin gündeme getirilmesi, kamu yararından vazgeçilmesi, ulusötesi şirketlere teşvik adı altında bir dizi kolaylıklar sağlanması, (bu gün için yaratılan gelirlerin kullanılması eleştirisi saklı kalmak kaydıyla) üretimden elde edilen gelirlerden büyük oranda vaz geçilmesi somutlaması üzerinden değerlendirilerek gündeme getirilmiştir.

Getirilen yasaya tepkiyi, salt siyasal iktidara bir tepki sığlına indirgemek ne kadar yanlış ise; konuyu 39 milyon ton olan çok sınırlı ham petrol rezervlerimiz ile tüketimin ancak %7 sini karşılayan yıllık 2.2 milyon tonluk düşük üretim ile olmayan kaynağın tartışması eksenine çekmekte o derecede yanlış olacaktır.

Yer altı kaynaklarımızın halkımızın olduğu ilkesiyle hareket ederek, yetersiz de olsa kaynaklarımızın sermayeye değil, kamu yararına uygun olarak kamu kuruluşlarımız eliyle değerlendirilmesini esas almayan düzenlemeleri savunmak mümkün değildir.

TMMOB
JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI

Dünya’da Petrol Rezervlerinin Dağılımı

1980 yılından bu yana, net petrol rezervleri yüzde60 ve doğal gaz rezervleri yüzde 109 artmıştır. Bu artışın büyük kısmı, 1980’li yıllarda OPEC (Petrol İhracatçısı Ülkeler Teşkilatı- Organization of the Petroleum Exporting Countries) üyesi ülkelerde gerçekleşen keşiflerden gelmektedir. 11 trilyon varilin üzerinde olan dünya üzerindeki petrol rezervlerinin yüzde 78’i OPEC ülkelerinde, yüzde 16’sı ise OPEC üyesi olmayan ülkelerde (eski Sovyetler Birliği ülkeleri hariç) yer almaktadır. OECD ülkelerinde yer alan petrol rezervleri yüzde 8’lik bir paya tekabül etmektedir.

Dünya üzerindeki petrol rezervlerinin yüzde 65,3’ü Orta Doğu bölgesinde bulunmaktadır. Suudi Arabistan tek başına rezervlerin yüzde 25’ine sahip bulunmakta ve onu yüzde 11’lik bir payla Irak, yüzde 9’arlık paylarla Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve İran izlemektedir. Bölgenin rezervleri 1980’li yıllarda büyük artış göstermiş, daha sonra 1990’lı yıllarda Irak rezervlerindeki 12,5 ve Katar rezervlerindeki 9,5 milyar varil artışın dışında genel olarak sabit kalmış veya azalmıştır. Orta Doğu’dan sonra rezervlerdeki en büyük pay yüzde 9,1 ile Güney ve Orta Amerika Bölgesine aittir. Bu bölgenin aslan payı, 1981’den 2001’e gelindiğinde rezervleri neredeyse 4 katına ulaşan Venezuella’ya düşmektedir.

Libya, Nijerya ve Cezayir başta olmak üzere Afrika, petrol rezervlerinin yüzde 7,3’üne sahiptir. Toplam rezervlerin yüzde 6,2’si eski Sovyet Bloku ülkelerinde bulunmakta, bunların da yüzde 74’ü Rusya’da yer almaktadır. ABD, Meksika ve Kanada’da da önemli petrol rezervleri bulunmaktadır. Meksika, OPEC üyesi olmayan önemli bir petrol üreticisi konumundadır. Kaynakların yoğun kullanımı sonucu, Meksika rezervleri özellikle 1990’lı yıllarda yüzde 45 oranında (23 milyar varil) azalmıştır. Rezerv rakamları ancak miktarı kesinleşen ve yerden çıkarılması ekonomik bulunan petrol içindir. Bu rakamlar, jeolojik araştırmalar ve petrol arama ve çıkarma alanında gerçekleşecek teknolojik gelişmelerle değişmeye açıktır. Arama amaçlı bir sondaj kuyusu açılıncaya değin petrolün varlığı kesin olarak bilinemez. Sondaj, karmaşık ve genellikle riskli bir işlem olduğu için sadece beklenen getirisi yeterince yüksek alanlar araştırmaya açılır. Petrol jeologları, petrolün içinde toplandığı yapıları arayıp bulmakla, sondaj mühendisine kuyu açacak bir yer tespit etmekle görevlidir. Petrol kapanlarının yerüstünde, jeolojik yöntemlerle tespiti, her zaman mümkün olmaz. Bu durumda, jeofizik biliminden yararlanmak gerekir. Ancak, hiçbir jeofizik aleti veya metodu, yerin derinliklerindeki petrolü doğrudan doğruya tespit edemez. Sadece petrolün içinde bulunması ihtimali olan kapanları tayin edebilir. Jeofizik biliminin son yıllarda yaygın olarak kullanılan yöntemleri arasında sismik, gravite ve elektrik yöntemleri sayılabilir.

Yeni rezerv arayışları, teknolojik ve ekonomik gelişmelere paralel olarak hız kazanmaktadır. Rusya’nın doğu sahilindeki Sakalin Adası’nda, Kuzey Denizi’nde ve Hazar Denizi’nin Rusya kesiminde büyük petrol rezervleri bulunması beklenmektedir. Ayrıca Kazakistan’ın Kaşagan yöresinde 22 milyar varil petrol kapasitesi tahmin edilmektedir. Sovyetler Birliği’nden ayrılan diğer ülkelerde de Hazar Denizi tabanında yapılacak araştırmalar sonucu Kuzey Denizi’nde bulunması beklenene eşdeğer oranda rezerve ulaşılacağı sanılmaktadır. Türkiye de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) aracılığıyla aktif olarak Kazakistan, Azerbaycan ve Libya’da petrol arama faaliyetlerine katılmakta; Türkmenistan, Irak ve Suriye ile faaliyetlerde bulunmak üzere temaslarını sürdürmektedir. Öte yandan, halen 113 milyar varillik petrol rezervi olan Irak’ta petrol rezerv araştırmaları İran - Irak Savaşı’ndan ve Körfez Savaşı’ndan dolayı yapılmamıştır. Ülkedeki petrol rezervlerinin büyük kısmının hiç araştırılmamış Batı Çölünde olması, uzmanlara rezervlerin 220 milyar varilin çok daha üzerine çıkabileceğini düşündürmekte ve Irak’ın petrol rezervlerinin ABD’nin 100 yıllık ihtiyacını karşılayacak boyutta olduğu hesaplanmaktadır. Iraklı yetkililer ise, Irak’taki tüm petrol kaynaklarının işletilmesi halinde, rezervlerin 300 milyar varili bile aşabileceğini belirtmektedir.

Kaynak: Yaratım İçerik İletişim
(Bu Yazı T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar Ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı “Dünyada Ve Türkiye’de Petrol” adlı kitaptan derlenmiştir

II. Abdulhamid'in petrol haritasi cikti

Sultan Abdülhamid’in, hazırlattığı bir harita ile Güneydoğu’nun neredeyse tamamındaki yüksek ölçekteki petrol rezervini saptadığı belirlendi. Başmühendisin notu çarpıcı:

Haftalık haber dergisi Aksiyon’un bu haftaki sayısında yer alan habere göre Sultan II. Abdülhamid özellikle 1800′ün son çeyreğinde tüm dünyada gündeme gelen ve stratejik bir maden olduğu kabul edilen petrol için büyük çaba harcadı. Yetişmiş jeoloji ve maden mühendisi olmaması Devlet-i Aliye’nin elini kolunu bağlıyordu. Ancak uğruna savaşların çıkartılacağı, yeni bir dünya düzeninin oluşturulacağı petrolün ehemmiyetini anlayan Abdülhamid sıkıntıları kendi fedakarlıkları ile aştı.

Hazine-i Hassa’dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkartılarak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girildi. Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat havalisinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi çalışmalarını 22 Ekim 1901′de Sultan II. Abdülhamid’e sundular.

Bu zamana kadar söylenen ancak mahiyeti hakkında bir bilginin bulunmadığı "Sultan’ın petrol haritası" sadece Güneydoğu’da değil, Hakkâri ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini öngörüyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri tespit etmiş. Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da detaylı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını dolaşan Paul, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu belirtiyor. Dicle Nehri kıyısındaki noktalarda yeterli araştırmayı yükselen sulardan dolayı yapamadıklarını da raporuna ilave eden Paul, nehrin kıyısı dışında, Dicle’nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş. Yine de o dönemin teknik imkanları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılması ve nakliyatının zor olacağını eklemeyi unutmamış raporuna.

Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)’de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.

HARİTA İLK KEZ YAYIMLANIYOR

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalışmalarını tamamlayan heyet daha sonra bugün Irak sınırları içinde kalan merkezlerde petrol taramasına devam ediyor. Kerkük, Babagürgür, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Musul ve Altınköprü’deki petrol noktaları kilometre ve yerleşim yerlerine göre yön tayini yapılarak kayıt altına alınıyor. Raporda Kerkük ve şehre 15 kilometre uzaklıktaki Babagürgür bölgesinde yoğun miktarda petrol rezervinin bulunduğu belirtiliyor. Babagürgür bölgesinin II. Abdülhamid’in şahsî malı olduğu, ve bu topraklarda Türkiye’deki Nefçi ve Doğramacı ailesinin pay sahibi olduğu biliniyor. Ekip yaptığı tetkikler sonucunda en kaliteli petrolün Bağdat yakınlarındaki El-Kayra ile Mendel’de olduğu sonucuna da varıyor.

Ulaşımın Dicle’de sal üstünde, karada da at ve eşek sırtında yapıldığı bir dönemde aylarca süren bir çalışma sonunda Başmühendis Paul Groskoph, ince detayların yer aldığı raporun sonuna iki önemli noktayı da ilave etmeyi unutmuyor: "Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat’a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889′da inşaatına başlanan ve 1902′de biten demiryolu petrolün Anadolu’ya taşınmasını sağlayacaktır. Bunun için ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir."

Başmühendisin ikinci notu ise iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağı şeklinde.

Kısa bir zamanda bu kadar noktada tarama yaptırarak günün kıt imkânlarına rağmen petrol tespitini belgelendiren Sultan II. Abdülhamid’in saltanat ömrü petrol çıkartmaya yetmedi.

‘Sultan’ın petrol haritası’ Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve önümüzdeki günlerde kamuoyuna sunulacak olan "Osmanlı Döneminde Irak" isimli kitapta yer alacak. Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak, bu çalışmayla Irak’taki Osmanlı’yı kamuoyuna sunacaklarını belirtiyor. Kitabın editörlüğünü yapan Cevat Ekici de kitaptaki birçok belge ve çizimin, özellikle de petrol bölümündeki haritaların halen üzerinde çalışılmaya değer belgeler olduğunun altını çiziyor.
Not:haritayi gorebilmek icin GRAFIKLER VE HARITALAR bolumune bakin(en asagada)

24 Haziran 2007

Neden Shell Firmasinin Logosu Bir Deniz Kabugu Biliyormusunuz?

Shell firmasinin tarihi bir asir oncesine kadar uzanir.Firmanin kurucusu Marcus Samuel,bir Yahudi cocuguydu.Takvimler 1880'lerin sonunu gosterirken artik Samuel Londra kentinde hatiri sayilir duzeyde onemli bir sahsiyet durumuna gelmisti.Bir Yahudi icin-hem de atalari Ispanya ve Portekiz'den gelmis Sefardik ailelerinden degil,Londra'nin dogu ucunda yasayan,1750 yilinda Hollanda ve Bavyera'dan gelmis gocmenlerin torunlarindan olan bir Yahudi icin-hic de kucumsenecek bir basari degildi.Samuel babasi Marcus Samuel'le ayni ismi tasiyordu ki bu da Yahudiler'de hic alisilmamis bir seydi.Marcus Samuel ilk ticaretine Londran'in dogusundaki doklarda girismis ve limana yeni gelen gemicilerden ufak tefek hediyelik esya satin almakla baslamisti.1851 yili nufus sayiminda mesleklere ait listede adi"Sedef tuccari"olarak gecer.Sattigi mamuller arasinda en tutulani ustu sedef isleme ile kapli kucuk cicili bicili kutular genc kiz ve hanimlar tarafindan begenilip satin aliniyordu.1860'lara gelindiginde Marcus'lardan buyuk olani artik bir miktar servet sahibi olmus ve sedef islemeli kutulara ek olarak daha bir cok mal ithal edecek duruma gelmisti.
Babasinin olumunden sonra,Marcus,kardesi Samuel'le ortak olarak,buyuk bir ticaret operasyonuna giristi.Marcus Samuel suratle buyumekte olan sirketini olmus babasinin hatirasina saygiyla,ona isim olarak"Shell"(Deniz Kabugu) adini vermisti.
Hazirlayan:Maria Kaban

Petrol-Yonetmen,Senarist ve Figuran

Petrol günümüzün en önemli enerji kaynağı ve ham maddesidir. Petrol için yıllardır kan dökülmekte ve bu durum devam etmektedir. Kan dökülmesinin sebebi olarak çeşitli siyasi mazeretler öne sürülse de, gerçek herkesin bildiği gibi ekonomik sebeplerdir.

Türkiye, Ortadoğu’ya yakınlığı sebebiyle bu kanlı pazarlıkların bir şekilde tarafı olmuş ve bu uğurda ülke topraklarının her tarafına şehitlerin kanı bulaşmıştır.

Son dönemde sık sık açılan bir kuyuda petrol bulundu doğal gaz bulundu türünden birçok haber yayınlandı. Kamuoyu ilk başta bu haberlerle heyecana getirilse de bu heyecanlar kısa süreli oldu. Hiçbir zaman Türkiye’yi ekonomik açıdan refaha kavuşturacak bir müjde olamadı bu haberler. Çünkü, gündem değiştirmekten başka bir şey değildiler.

Türkiye topraklarında petrolün var olduğu uzun yıllardır biliniyor. Fakat her nedense bir türlü Türkiye’nin ekonomisini kurtaracak düzeyde çıkarılması engelleniyor. Uluslar arası alanda Türkiye’ye biçilen rol ise Azeri ve Hazar petrollerinin boru hatlarıyla taşınması oldu. Türkiye’nin kârı, kendi topraklarından geçen boru hattından cüzi bir yüzde almak. Bununla yetinmek zorunda Türkiye. Halbuki stratejik açıdan elinde bulundurduğu kozu kullanabilse, petrolün kârından daha fazla faydalanabilecek.

İstanbul Ticaret Odası tarafından yayınlanan “Küresel Petrol Stratejilerinin Jeopolitik Açıdan Dünya ve Türkiye Üzerine Etkileri” isimli Prof. Dr. Kerem Alkin ve Hv. Plt. Yzb. Sabit Atman tarafından hazırlanan kitapta “Her ne kadar günümüzde ülkelerin ulusal gücü öncelikle sahip oldukları bilim ve teknolojik düzeyle çok yakından ilgili ise de barışta ve savaşta her zaman güçlü olmanın temelinde, enerji üretim ham maddelerine ve kaynaklarına sahip olabilmek ve enerji ulaşımını kontrol altında bulundurmak yatmaktadır” denilerek petrolün günümüzdeki önemine bir kez daha vurgu yapılmaktadır.

Geçmişten günümüze kadar geçen zaman içerisinde petrol krizlerinin yaşanması ile birlikte fiyatlara bağlı olarak yüksek dış ticaret açıkları, ekonomik açıdan ülkeleri olumsuz yönde etkilemiştir. Petrol krizleri sonrasında, dünya ekonomisinde ve özellikle petrol ithalatçısı konumundaki gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik sorunlar, küresel rekabette petrolün önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Nüfusun yükselişi ve hızla artan petrol tüketimi, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, bu talebe cevap verecek düzeyde yeterli petrol kaynağı bulunmayan dünya ülkelerinin giderek artan oranda petrol ithalatına bağımlı hale gelmesine yol açmıştır.

Petrol ekonomik açıdan ülke dengelerini etkileyebilen önemli bir güç. Petrol fiyatlarında meydana gelen değişimler, ülkelerin piyasa hareketlerini etkiliyor. Faiz oranları, altın ve borsa piyasaları kapsamında, petrol fiyatlarının ekonomik istikrar ve ülkelerin siyasi süreklilikleri üzerinde etkisi söz konusudur.

Günümüzde küresel rekabette ülkelerin petrol tüketimi, yurt içi kaynaklara dayalı ekonomilerin aksine, petrol girdilerinin büyük bir bölümünü ithalatla karşılayan bir ülke ekonomisinde bir dış ticaret sorunu haline gelmektedir. Bu şekildeki bir ülke, petrol fiyat artışını karşılayabilmek için, ihracatını da yaklaşık olarak aynı oranda artırmak zorundadır. Eğer ülke içinde bir şekilde ihracat artışı sağlanamıyorsa; ya petrol tüketimini kısacak, ya ithal girdileri azaltacak ya da borçlanacaktır.

Türkiye işte böyle bir durumla karşı karşıya olduğundan ve borçlanma yolunu tercih ettiğinden dolayıdır ki elindeki jeopolitik kozunu bir türlü kullanamamaktadır. Sonucunda özelleştirmelerle elinde bulunan sanayisini de yabancılara satmış ve büyük bir işsizlik sorunuyla baş başa kalmıştır.

Türkiye, petrol üzerine dünyada baş rol oynayabilecek bir konumda iken, yönetmen tarafından kendisine verilen figüranlığa bile büyük bir sevinç gösterir hale gelmiştir. Türkiye artık enerjinin kendi üzerinden transit geçişini sağlamak, boru hatlarının güvenliğiyle uğraşmak ve boğazların trafik polisliğini yapmak görevini üstlenmiştir.

Petrol üzerine oynanan oyunları bir film senaryosuna benzetirsek, bundan sonra senaryonun nasıl gelişeceğine, ancak yönetmenin ve senaristin karar vereceğini göz önünde bulundurmalıyız.
Hazirlayan:Celil Cakir

Petrolun Kanli Tarihi

Petrol Ortadoğu’nun tarihinde en belirleyici faktör. Ortadoğu’da dökülen kanlar, yaşanan acılar bugün Bush’ta cisimleşen batılı adam’ın Petrol aşkının sonucu. Bunca kan petrol uğruna akıtılıyor, petrol uğruna ‘düşmanlar’ ‘dost’, ‘dostlar’ ‘düşman’ oluyor. Masum insanlar can veriyor, devrimler, işgaller gerçekleştiriliyor. Petrol, 100 yılı aşkın zamandır bir ekonomik ve siyasi güç kaynağı olageldi. Nedir bu uğrunda savaşlar yapılan, cinayetler işlenen petrol hikayesi? Kendisi aynı zamanda bir petrol kralı olan Amerikan Başkanı Bush’un, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah ile liseli aşıklar gibi el ele verdikleri pozları görünce bu dostluğun sebebi hikmeti olan petrole daha yakından bakmak gerektiğini düşündüm.
“Hani ABD Suudi rejimini de değiştirecekti? Ne oldu ‘neo-con’ların S. Arabistan’a ilişkin öfkeli projelerine? Suudi Arabistan Veliaht Prensi Abdullah ile ABD Başkanı George Bush’un “el ele” tutuşarak verdiği görüntü bize neyi hatırlatıyor? 20. yüzyılı. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini. ABD’nin demokrasi, özgürlük, terör diye bir sorununun bulunmadığını. İşgallerin, vahşetin sadece ve sadece daha fazla sömürme, daha fazla zenginlik, daha fazla petrol için yapıldığını. Bir varil petrol için nasıl dost ve ortak olunabileceğini. Ülkelerin ve halkların nasıl felakete sürüklenebileceğini. Aslında kimsenin demokrasi, özgürlük ve insan onuruna yakışır yaşam diye bir derdi olmadığını.
İLK PETROL SAVAŞI
Petrol 20. yy’a damgasını vurdu. Ama bundan çok önce, petrol henüz küresel gücün arzuladığı bir nesne değilken, Babilliler ve Asurlular arasında bir savaş sebebi oldu. Sümer, Asur ve Babil uygarlıkları, petrolü stratejik bir hammadde olarak kullandı. Daha o dönemde bile ticari değeri olan petrolle ilgili düzenlemeler yapıldı. Hamburabi Kanunları’nda, gemi kalafatlamasında kullanılan petrol ve türevi maddelerle ve bu alanda çalışanların ücretlerine ilişkin hükümlere yer verildi. Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Babilin Asma Bahçeleri’nin yapımında zift yani petrol türevi kullanıldığı tespit edildi.
PETROLÜN VATANI BAĞDAT
Petrolü ilk keşfeden ve kullananlar MÖ 3 binli yıllarda Mezopotamyalılar olmuş. İlk sızıntıların olduğu daha doğrusu fark edildiği yer ise Fırat üzerindeki Hit bölgesi yani bugünkü Bağdat. Petrolden bitumen diye bahsediliyor ve Yunanlı tarihçi Diedor “Babil ülkesinde şimdiye dek oluşmuş bir çok inanılmaz mucizeler arasında burada bulunmuş büyük miktardaki asfalt olayı kadar ilginç olanına rastlanmamıştır.” diye bahsediyor petrolden.
BALİNA YAĞI YERİNE GAZYAĞI
Petrolün ilk yaygın kullanım alanı aydınlatmaydı. Daha önce basit bir lamba fitilinin hayvani ya da nebati yağa daldırılmasıyla ışık elde ediliyordu. Zenginler ise balinaların kafasındaki ispermeçet yağını kullanıyorlardı. Ne zamanki petrol bulundu aydınlatma çok daha ucuza geldi. Bu bir anlamda sanayileşmekte olan bir dünyanın da başlangıcı oldu. Gazyağı sayesinde gündüzler ve dolayısıyla iş saatleri de uzadı.
PETROL SAVAŞLARI VE ORTADOĞU
“Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir” W. Churchill
Mezopotamya, Anadolu ve Arap yarımadası, ilk uygarlık merkezleri. Yaklaşık 8 bin yıl önce ilk tarım , ilk bilimsel araştırmalar, ilk sulama kanalları burada kullanıldı, tıp, astronomi, matematik bu topraklarda gelişti, ilk edebi ürünler bu topraklara ait, tek tanrılı dinler ilk defa bu topraklarda doğdu ve tabii petrol ilk kez Mezopotamya’da kullanıldı. Ne zamanki petrol bir güç, sömürü aracı oldu; tekelci zenginler ve sömürgeci devletler gözlerini bu topraklara diktiler; o günden beri bu topraklarda kan akıyor. 19. yy’ın sonlarında başlayan tekelleşmeler 20. yy’a damgasını vurdu. Bu yy petrol yüzyılı oldu. 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde Churchill, Osmanlı’ya bağlı topraklarda petrol arama faaliyetine girdi, petrol ticaretini kontrol etmeye çalıştı. Almanya da Bağdat-Berlin demiryolu ile civardaki petrol yataklarını kontrolü altına almak istiyordu. Ortadoğu petrollerine ilk yönelimler bu dönemde başladı ve bundan sonra da petrol, Ortadoğu halkının acı çekmesine sebep olan savaşların itici gücü oldu. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte bu topraklar ve petrol, Osmanlı hakimiyetinden koparılarak emperyalist ülkelerin himayesine sokuldu. 2. Dünya savaşının çıkışında da petrol önemli rol oynadı. Japonlar, Pearl Harbour’a Doğu Hint Adaları’ndaki petrol kaynaklarını elde tutmak için saldırdı. Hitler’in Sovyetler Birliği’ni işgal etmesindeki en önemli etken gene Kafkasya’daki petrol yataklarını ele geçirmekti. Saddam’ın 1. Körfez Savaşının bahanesi olan Kuveyt’i işgalinde sebep gene petroldü. Amerika’nın Avrupalı müttefiklerini yanına alarak Körfez Savaşı’nı başlatmasının sebebi, Kuveyt halkını Saddam’ın işgalinden kurtarmak değil Kuveyt petrollerini Saddam’a kaptırmamaktı. 11 Eylül’ü bahane ederek başlattığı Ortadoğu’ya kan dökerek demokrasi götürme girişimi tüm bölgeyi ve bölge zenginliklerini kontrolü altına alma hevesinden başka bir şey değil. Petrolün tarihi Amerika’da ilk bulunduğu 1959 yılından beri kanla yazıldı. Özellikle de 20.yy petrolün kanlı yüzyılı oldu.
ROCKEFELLER VE İLK PETROL TEKELİ
Petrol gazyağı olarak aydınlatma için kullanılmaya başlanmadan önce de kısmen biliniyor ve daha ziyade ilaç olarak kullanılıyordu. Fakat petrolün yaygın kullanımı gazyağıyla başladı. Amerika’nın Pennsylvania eyaletinde 1850’lerde hummalı bir petrol çıkarma girişimi başladı. Petrol zenginlik sarhoşluğu ve spekülasyon yarattı. Rockefeller ise kurduğu Standard Oil şirketiyle tam bir petrol tekeli oluşturdu. Kısa sürede hırsı, zenginliği ve gücü ile Amerika sınırlarını aşarak Petrolün Avrupa kıtasına ihracatını yaptı. Bir petrol devi olarak dünyanın en zenginleri arasına geçti. Biraz gecikmeli olarak Rusya İmparatorluğu’nda petrol rekabeti başladı. Bakü’de çıkarılan Petrol Ünlü Yahudi ailesi Rothschild’lerin eliyle Avrupa’ya ulaştırıldı. Petrol 10-15 yıl gibi bir süre içinde Rockefeller ve Rothschild’lerin yanı sıra pek çok yeni zenginin ve dolayısıyla yeni burjuva sınıfının doğmasına vesile oldu. Elektiriğin icadıyla petrol zenginlerini tedirginlik kaplasa da petrol kısa sürede motorlu araçlarda kullanılmaya başlanarak asıl tahtına oturmuş oldu.
ATEŞE TAPANLAR PETROLE Mİ TAPIYOR?
Eski Ortadoğu’da petrol, Amerikalıların ve Avrupalıların onu fark etmeleri ve ticarileştirmelerinden çok önce kullanılmaya başlanmıştı. Toprak yüzeyine sızan petrol, bir yol şeklinde uzun süreli yandığı için Ortadoğu’daki ateşe tapma geleneği de buna dayandırılıyor. Ayrıca bir petrol yatağı olan Bakü, Zerdüşt dininlen olanların taptıkları “ebedi ateş sütunu” topraklarıdır. Bu ise petrol sızıntılarının olduğu yarıklardaki alev alan gazın neden olduğu şeydir. Bitumen adı verilen petrol inşaat malzemesi olarak da kullanılıyordu. Babil’in Asma Bahçeleri’nin yapımında petrolden istifade edildi. Gemi kalafatında kullanıldığı bilinen petrolün Nuh peygamberin gemisinin ve Musa peygamberin sepetinin su geçirmez hale getirilmesinde de kullanılmış olabileceği tahmin ediliyor.
HER DERDE DEVA
Petrol’ün Mezopotamya’daki ilk kullanımı bir yana, MS 1. yy’da Roma’da ve 1850’lerde Amerika ve Avrupa’da ilaç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Romalı eczacı Phiny’nin değerlendirmesine göre petrol, kanı durduruyor, yaraları iyileştiriyor, göz katarağını tedavi ediyor, nikris hastalığında cilt üzerinde ilaç olarak kullanılıyor, diş ağrısına iyi geliyor, müzmin öksürüğü yatıştırıyor, nefes darlığını gideriyor, romatizmayı geçiriyor, yüksek ateşi düşürüyor. Petrol günümüzde de ilaç yapımında kullanılan en temel maddelerden biri. Petrolün kullanım alanı bununla da bitmiyor. Henüz uğruna savaşların yapılmadığı dönemlerde petrol, şehirleri ateşe vermek suretiyle bir silah olarak da kullanıldı.Petrolün ilk çıkarılma tekniği de oldukça ilginç: Paçavralar petrole bulanıyor ve sonra da sıkılarak biriktiriliyordu.
CUDİ DAĞI’NIN ALTI PETROL DENİZİ Mİ?
Türkiye’nin, tıpkı komşusu İran ve Irak gibi bir petrol cenneti olduğu ve fakat bu petrolün bile isteye çıkarılmadığı tezi yıllardır dile getirilir. Bu teze göre Cudi Dağı’nın altı adeta bir petrol denizidir ve bu petrol olduğu gibi komşu ülke Suriye’ye akmaktadır. Türkiye’de petrol olması muhtemel araziler, yabancı şirketler tarafından kiralanmış fakat aradan geçen süre içinde bu arazilerde hiçbir sondaj çalışması yapılmamıştır ve ne hikmetse bu şirketler, kira süresi bitmeye yakın sözleşmelerini yenilemek istemişlerdir. Çünkü Türkiye’nin bölünmesini beklemektedirler. Ayrıca petrol araştırması yapan ve Petrol Fırtınası kitabının yazarı Raif Karadağ’ın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la görüşmek üzere Ankara’ya gittiği ve görüşmeden hemen önce kaldığı otel odasında öldürülmesi de Türkiye’de Petrol ile ilgili oyunlar oynandığı tezini güçlendiriyor.
Not: Alıntıdır