15 Temmuz 2007

AB'YE GİRİŞ SÜRECİNDE TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKALARI

Enerji, kuşkusuz milyonlarca yıldan bu yana insanoğlunun yaşamını devam ettirmesinde en önemli temel kaynaklardan birisi olmuştur. Günümüzde gelişme ve güçlenmede de en stratejik unsur konumundadır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve "Sanayi devrimi" olarak adlandırılan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucunda, üretim sürecindeki hızlı makineleşme, beraberinde enerji ihtiyacını da gündeme getirmiştir. Bugün kullandığımız enerjinin büyük bir çoğunluğu petrol,kömür,doğal gaz,bitümlü şist gibi fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Enerjinin daha verimli ve tasarruflu kullanılması, bu yakıtların sınırlı rezervlerinin korunması anlamı taşımaktadır. Dünya enerji tüketimi; nufüs artışına, daha konforlu yaşam talebine bağlı sanayileşmeye ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, baş döndürücü bir hızla artmaktadır. 21. Yüzyıla girerken adeta enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Günümüzde Dünya toplam elektrik enerjisi gereksinimi 15 trilyon kilowat saat düzeyindedir, enerji gereksiniminin % 80'i kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlarca, geri kalan % 20'si de başta hidrolik ve nükleer enerji olmak üzere, hayvan, bitki atıkları, rüzgar, güneş, jeotermal enerji gibi kaynaklardan karşılanmaktadır. Fosil yakıtların Dünya'da bilinen rezerv dağılımları petrol eşdeğeri olarak % 68 kömür, % 18 petrol, % 14 doğal gaz olarak hesaplanmaktadır. Buna göre; enerji tüketim trendinin bugünkü seviyesiyle, bilinen petrol rezervlerinin ömrü 45 yıl, doğal gazın 65 yıl, kömürün ise 240 yıldır. Konfor ve gelişme talebindeki artışla bu ömrün çok daha kısıtlı olacağı açıktır. Bu durumda, Dünya'nın 21. Yüzyıldaki en önemli ve güvenilir enerji kaynağı yine kömür olmaktadır. Nitekim, Dünya enerji üretiminde, günümüzde % 40 civarında olan kömür payının 2020 yılında % 48'e yükseleceği tahmin edilmektedir.

Ülkemiz, tükettiği genel enerjinin % 45-46'sını yerli kaynaklardan sağlayan bir ülkedir. Yani ihtiyacı olan enerjinin % 55'ini ithal etmektedir. Bu da enerji konusunda ülkemizin dışa bağımlı olduğunun çok açık bir göstergesidir . Şu anda Türkiye'de kurulu durumdaki enerji santralleri yıllık 20 GW civarında elektrik enerjisi üretmektedirler. Santrallerin büyük bir kısmı kömür ve su enerjisi ile çalışmaktadır. DPT tarafından yapılan çalışmalara göre 2010 yılına kadar ülkemizdeki hızlı sanayileşme nedeni ile yıllık enerji ihtiyacımız 60 GW civarında olacaktır. Sadece bu rakamlar bile ülkemizde enerji kapasitesinin alternatif olarak geliştirilmesini ve enerjinin tasarruflu kullanılmasının önemini açıkça ortaya koymaktadır. Kalkınma süreci içerisinde olan ülkemizde ise enerji tüketim seviyeleri, gerek fert başına birincil enerji, gerekse fert başına elektrik enerjisi bazında gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Bu husus dikkate alınarak, ülkemizde uygulanan politikalar çerçevesinde temel ilkeler belirlenmelidir. Türkiye'nin toplam ve fert başına enerji tüketimi, kalkınmaya ve refah artışına paralel olarak arttırılmalıdır. Buna ek olarak, enerji taleplerinin karşılanmasında, yerli/ithal kaynak oranı, enerji güvenliği, dünya enerji piyasalarındaki arz gelişmeleri ve ekonomi göz önüne alınarak optimize edilmelidir. Ülkemiz, dünyanın en zengin enerji kaynaklarına sahip ülkelerle çevrili olduğu halde, petrol ve doğal gazımız yok denecek kadar az olduğu ifade edilmektedir. (İhtiyacımızın % 5'i). Sahip olduğumuz primer enerji kaynaklarımızın % 50'sini çok düşük ısıl değere sahip kalorili ve yüksek küllü linyitler oluşturmaktadır. 30.000 MW'lık ekonomik hidrolik enerji kapasitemiz bulunmaktadır. Bunun yaklaşık 12.000 MW'ı işletmede olan santrallarla üretime sunulmaktadır. 10.000 MW'ı da 2010 yılına kadar kurulması planlanan ve halen yapılmakta olan santrallar tarafından üretime dönüştürülmüş olacaktır. Kalan 8000 MW'ın da 2020 yılına kadar kullanılması planlanmıştır. Güneş enerjisi, Türkiye'de henüz elektrik üretim amaçlı kullanıma başlanmış bir enerji kaynağı değildir. Çünkü, bugün için, elektrik üretim maksatlı olan güneş enerji sistemlerinin kuruluş masrafları yüksektir. (2500 $/kW) Güneş enerjisinin ısı üretim maksatlı kullanımı, Güney ve Batı Anadolu Bölgelerinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Rüzgar enerjisi henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen ümit vermektedir. İyi değerlendirilebilirse Türkiye'nin 5000 MW'lık rüzgar enerjisi potansiyeli olduğu ifade edilmektedir. (2020 yılı için tahmin edilen kurulu güç toplamının % 5'i) Türkiye'deki 27.274 MW'lık kurulu gücün 15.774 MW'ını fosil yakıtlı termik santrallar (bunlara doğal gaz santralları da dahil) 11.500 MW'ını ise hidrolik santrallar oluşturmaktadır. Fosil yakıtlı santralların 7000 MW'ını doğal gaz yakan kombine çevrim santralları ve Kojenerasyon Tesisleri oluşturmaktadır. 65 milyon nüfuslu Türkiye'de kişi başına düşen elektrik tüketimi 2000 yılında 1840 kwh olmuştur. Bu rakam AB ülkeleri ortalaması olarak 7000 kwh, Rusya''a 6000 kwh, İspanya'da 4000 kwh ve komşumuz Yunanistan'da 3800 kwh'tır. Dünya elektrik tüketimi ortalaması ise 2376 kwh'tır. Gelişmişlik ve kalkınmışlığın en önemli göstergesi olan elektrik tüketimimiz dünya ortalamasının bile altındadır. Öte yandan 2000 yılında 15,4 milyar m3 doğal gaz tüketmiş bulunmaktayız.

Türkiye'de toplam 8 milyar tonluk kömür rezervinin %88,5'ini oluşturan linyit kömürü rezervinin yaklaşık %85'i görünür rezerv kategorisindedir. Yerbilimleri ve arama yöntemleri çalışmaları teknolojik gelişmelere koşut olarak, her geçen gün gelişmekte ve aramalarda tahminlerin gerçekleşme oranı artmaktadır. Bu nedenle daha önce çeşitli yöntemlerle aranmış kömür sahalarında bile yeniden arama yapılması faydalıdır. Ayrıca işletme sırasında çıkan çeşitli jeolojik problemleri çözmek ve rezerv geliştirme çalışmalarında bulunmak üzere bir kömür yatağının bulunmasından bitimine kadar etüt ve aramalar devam etmelidir. Derinlik de dikkate alındığında bugünkü linyit kaynaklarımızın büyük bir bölümü 1970-1990 dönemindeki arama faaliyetleri sonucunda bulunmuş olup, aynı dönemde linyite dayalı projelerin gerçekleştirilmesine yönelik yatırım hamleleri en üst düzeye çıkartılarak, havza madenciliğine geçilmiştir. Örneğin 1990 yılına kadar 1.484.000 m sondajlı arama yapılmış olmasına rağmen, 1990 yılından günümüze kadar ancak 130.000 m sondajlı arama gerçekleştirilmiştir. Bu da son on yılda aramalara ne kadar az önem verildiğinin açık bir göstergesidir. Sonuç olarak, yerli kaynaklarımıza dayalı, ileriye dönük, tutarlı enerji politikaları oluşturabilmek için işletilebilir yeni kömür rezervlerimizin ortaya konulması gerekmektedir. MTA kuruluş kanunu revize edilerek yeterli kaynak sağlanmalı, modern ekipmanla donatılmasıyla ihtiyaç duyulan arama çalışmalarına geçilmelidir. Yıllık linyit üretimimiz 6,6 milyon tonla Dünya linyit üretiminin %8,4'ini oluşturduğu halde, taşkömürü yıllık 2,5 milyon ton üretimle Dünya taşkömürü üretiminin yanında ihmal edilecek kadar düşüktür. Linyit tüketimimiz yaklaşık olarak talebi karşıladığı halde taşkömüründeki tüketimimiz üretimin beş katı kadar bir değerdedir. Demir-çelik sektörünün TTK taşkömürüne olan talebinin azalmasından dolayı, taşkömürü satışları ağırlıklı olarak termik santrallere yönelmiştir. Herhangi bir çaba gösterilmediği takdirde, gelecekte sanayi hammaddesi olan taşkömür üretimimizin tamamının termik santrallerde tüketilmesi kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Türkiye Taş Kömürü Kurumunun (TTK) mevcut durumu dikkate alındığında üretimin %75'i enerji sektörüne pazarlanmaktadır. Pazarlama sorunu yaşamamak için enerji sektörüne satışların devam etmesi ve bu doğrultuda yeni termik santral projelerinin devreye sokulmasının düşünüldüğü bilinmektedir. Ancak bu santraller koklaşma özelliği olmayan Amasra ve Armutcuk kömürleri ile beslenebilecek şekilde planlanmalıdır. Öte yandan Türkiye linyit rezervlerinin yaklaşık %42'sini oluşturan Elbistan linyit havzası'nın elektrik enerjisi üretimizdeki yeri oldukça önemlidir. 1967 yılında bulunan Elbistan linyit havzası, çeşitli sektörlere bölünmüş ve işletme sınırları olarak bu sektör sınırları esas alınmıştır. Yapılan değerlendirmelere göre işletme sınırlarının sektör bazında değil havza bazında yeniden belirlenmesinin gerektiği anlaşılmıştır. Yapılan son rezerv hesaplamalarına göre halen işletilmekte olan Elbistan açık işletmesi rezervlerinin dışında, ekonomik olarak üretilebilecek 3 milyar tonun üzerinde linyit bulunmaktadır. Bu potansiyelden en az 30 yıl süreyle yılda 100 milyon ton üretim yapılabilecek ve mevcut santralın dışında toplam olarak yaklaşık 7000 MW gücünde yeni termik santraller kurulabilecektir. Enerji talebindeki olası artışlara koşut olarak Elbistan havzasının yeniden değerlendirilmesi sonucu; Elbistan B santralı yeni ilavelerle 6x350 MW'a çıkarılmalı, Elbistan C ve Elbistan D santrallarının her biri en az 2100 MW olarak planlanmalıdır. Halen faaliyette bulunan Elbistan A santralına da yeni ünitelerin ilave edilmesi daha fazla geciktirilmemelidir.

Petrol ve doğal gaz varlığı açısından; Türkiye, bugüne kadar yapılan çalışmalar çerçevesinde, geçirdiği jeolojik evrim nedeniyle yeterli hidrokarbon potansiyeline sahip görünmüyorsa da, petrol ve doğal gazın stratejik hammadde oldukları düşünülerek, yurt içi arama faaliyetlerinin sistematik bir yaklaşımla arttırılarak devam ettirilmesi gereklidir.Nükleer enerji hammaddeleri açısından Dünyadaki uranyum rezerv, üretim ve tüketim durumlarına ve nükleer enerji kullanım trendine bakılacak olursa, bilinen rezervin 2000'li yılların ilk çeyreğinde, hatta daha sonrası için yeterli olduğu görülecektir. Ancak gelecek yıllardaki üretim ve tüketim denge tahminlerine bakıldığında, tüketimin üretimden daha fazla olacağı, hatta 2010-2015 yıllarına gelindiğinde bu açığın ciddi boyutlara ulaşacağı görülmektedir. Açığın bir kısmı eldeki stoklardan karşılansa dahi, 2000 yılından sonra olası bir krize girilmemesi için planlanan yeni üretim tesislerinin devreye girmesi gereklidir. Bu nedenledir ki, pek çok ülke, hammadde aramalarına büyük bir hızla devam etmektedir. Hatta kendi ülkelerindeki potansiyellerini belirleyen ABD, Kanada,Fransa, Japonya, Almanya, İsviçre, İngiltere ve Güney Kore gibi bir çok ülke, başka ülkelerde uranyum aramaktadırlar. 1970'li yıllarda, ülkemiz ileriye yönelik enerji planlarında, nükleer güç santrallarından da yararlanılması öngörülmüştür. Ancak bu konudaki çalışmalar hala bir sonuca ulaştırılamamıştır. Hızlı bir sanayileşme süreci içinde olan ülkemizde zorunlu olarak elektrik talebi artmaktadır. 2000'li yılların başlarında karşılaşılabilecek enerji darboğazını aşabilmek için nükleer enerji kullanımı kaçınılmaz görülmektedir.Diğer taraftan önümüzdeki yıllarda dünya uranyum fiyatlarının yükseleceği tahmin edilmektedir. Türkiye kendisi kullanmasa dahi bulacağı uranyumu ihraç etme imkanına sahip olacaktır.Tüm bu nedenlerle, uranyum rezervlerinin kısa sürede belirlenmesi için aramalara yeniden başlanması gerekmektedir. Jeotermal enerji alanında ise yeni sahaların keşfedilmesi, mevcut sahaların özellik, kapasite ve kullanım olanaklarının belirlenmesine yönelik çalışmalara, M.T.A, üniversiteler, belediyeler ve özel kuruluşların araştırma- geliştirme ve uygulama projelerine devlet desteği sağlanmalıdır.Santral seçiminde yüksek verimli buhar türbini ile verimi yüksek yeni tip binary çevrim sistemlerine öncelik verilmelidir. Isıtmacılıkta uygun teknolojinin kullanılması sağlanmalıdır. Türkiye'de önemli bir potansiyele sahip jeotermal enerjinin gelişimini hızlandıracak yasal düzenlemelerin bir an önce yürürlüğe girmesi sağlanmalıdır.Jeotermal alanların kullanım imkanlarının belirlenerek entegre tesisler halinde planlanması ve bu suretle en yüksek faydanın sağlanması teşvik edilmelidir. Sonuç olarak, Türkiye genel enerji talebinin 2020 yılında 300 milyon TEP'e, yükseleceği otoritelerce tahmin edilmektedir. Bu durumda, enerji hammaddesi ithalatı 228 milyon TEP düzeyine ulaşacaktır. Enerjide bu ölçüde dışa bağımlı bir ülke düşünülemeyeceğinden, ülkenin en güvenilir enerji hammaddesi olan kömürün rezervleri ivedi bir programla arttırılmalı ve enerji üretiminde yerli kömürün payının %50 düzeyine yükseltilmesi için gerekli planlamalar yapılmalıdır.

Stratejik önemi Orta Doğu'da yaşanan gelişmelerin ışığında her geçen gün çok daha net anlaşılan enerji ihtiyacının istikrarlı bir şekilde karşılanması üyelik sürecinde bulunduğumuz bulunduğumuz Avrupa Birliği ilişkilerimiz açısından da önem taşımaktadır. AB'de elektrik üretimi, yıllar boyunca, tekelci üretime ve 15 ayrı ulusal pazara dayalı olmuştur. Katı yakıtlar, AB'de elektrik üretiminin %30'a yakın bir bölümünü sağlamaktadır. AB, kömür kullanımını teşvik etmeyi ve yurt içi üretim kapasitesini daha rekabetçi kılmayı hedeflemektedir .AB içinde halen ciddi boyutlarda kömür üreten, sadece İngiltere,Almanya ve İspanya gibi üç ülke bulunmaktadır. İthal kömür yerli kömürden çok daha ucuz olduğundan, üretim azalmaktadır. Düşük kömür fiyatları, doğal gaz gibi diğer rakip yakıtların fiyatlarını düzenleyici bir rol oynamaktadır.

AB enerji temin kaynakları bakımından fakir değildir. Gerek, 1992 Körfez savaşı, gerekse Irak ve Ortadoğu'da son günlerde yaşanan olaylar,Topluluğun enerji sisteminin sağlam olduğunu ve küçük krizler ve dış etkenlere bağlı sorunlar ile başa çıkabildiğini göstermiştir. Bununla beraber, tüketilen enerjinin yarısı üçüncü ülkelerden ithal edilmektedir. AB enerji politikasının hedeflerinden biri, arzın kesintiye uğramasını önlemektir. En çok ithal edilen enerji kaynağı petroldür. AB'de tüketilen petrolün %78'i ithalat yoluyla karşılanır Bunu, %36 ile doğal gaz ve %32 ile diğer yakıtlar takip eder. Avrupa'nın enerji tüketimi arttıkça bu bağımlılık da artacaktır. Stratejik coğrafi konumu nedeniyle, Türkiye enerji konusunda kilit bir rol oynamaktadır. Türkiye önemli bir hidroelektrik enerji üreticisidir, fakat Orta Doğu'ya, Karadeniz'e,Kafkaslar'a, Orta Asya'ya ve Körfez ülkelerine de kapıları açmaktadır. Türkiye'nin stratejik konumu, ülkeyi, Avrupa'ya petrol taşınması için bir transit ülke haline getirmektedir.

Özet olarak, Ülkemiz sadece kendi ihtiyacı olan enerjiyi temin etmek için değil, aynı zamanda, üyelik süresini de hızlandıracak bir yaklaşımla Avrupa Birliğinin de ihtiyacını önemli ölçüde karşılayacak bir sentez oluşturmalıdır. Oluşturacağı bu enerji köprüsü kendisini doğal olarak arzu ettiği üyeliğe taşımada önemli ve stratejik bir araç olacaktır.

KAYNAKLAR
Elektrik,Elektronik,Aydınlatma,Enerji ve Otomasyon Mühendisliği Dergisi sayı 164
TMMOB,Maden Mühendisleri Odası, Enerji Grubu Çalışma Raporları, 2001, Ankara
Koyuncu M.,'Kurumlar Açısından Enerji Politikaları Çevre - Enerji Kongresi Bildiriler Kitabı, 5-7 Haziran 1997 ANKAR
Önal G., 'Enerji ve Kömür' YMGV Yayınları, 2000, İstanbul.
www.dpt.org.tr

Prof. Dr. Ali KAHRİMAN
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı

Araş. Gör. İlgin KURŞUN
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Cevher Hazırlama Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi

--------------------------------------------------------------------------------

TÜRKİYENİN PETROL UMUDU

Kerkük-Yumurtalık, Bakü-Ceyhan, Samsun-Ceyhan ve Trans-Trakya boru hatları sayesinde Türkiye petrolün merkez üssü oluyor. Türkiye'deki petrol ve doğalgaz rezervleri de açığa çıkmaya başladı.

2010 yılında dünyada piyasalara sürülecek petrolün yüzde 7'si, yani her 18 varil petrolden 1 varili Türkiye'den geçecek.
Doğalgaz boru hatları ile AB'nin Rusya'nın tekelinden kurtulma kaygısı da Türkiye'nin geçiş ülkesi olarak önemini artırıyor. Boğazların kapasitesinin sınırlı olması, Samsun-Ceyhan ve Trans-Trakya hatlarının birlikte hayata geçirilmesinin önünü açabilecek. Böylece Ceyhan dünya çapında bir terminal olmakla kalmayacak, Türkiye uluslararası petrol piyasasının en önemli kavşaklarından biri olacak. Büyük petrol devlerinin Ankara'daki temasları hız kazanırken, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu'dan gelen haberler de Türkiye'deki petrol ve doğalgaz rezervlerinin gün ışığına çıktığını gösteriyor.

Dışişleri Bakanlığı'nda derlenen enerji ile ilgili uluslararası örgütlerin belirlemelerine göre, 2010 yılında, Irak, Hazar Denizi ve Rusya'da üretilen ve pazara sunulan petrol arzının tamamına yakını Türkiye üzerinden geçecek. Boğazlar ve boru hatlarından geçecek petrole ilişkin istatistiklere göre 2010 yılında dünya petrol arzının yüzde 7'si Türkiye üzerinden geçecek. Bu da dünyada pazara sunulan her 18 varil petrolden 1'inin Türkiye'den geçmesi anlamına geliyor.